Edebiyat İncelemeleri Hakkında*
Doğru tedrisatın kaynağı sağlam ve kapsamlı bir Latince bilgisidir: Bu da engin bir ruhla, hassas bir ilimle ve ayrıntılara dikkat etme yeteneğiyle bezenmiş bir çalışma gerektirir. Bu sağlam zemin güvenceye alınmazsa kalıcı bir yapı oluşturulamaz. Latince olmadan edebiyatın büyük anıtları anlaşılamaz ve onlardan bir kompozisyon yaratmak olanaksızdır. Bu hayati bilgiye erişmek için dilin gramerine gösterdiğimiz dikkati asla gevşetmemeli, aksine ona hakkıyla hâkim olana kadar onunla olan tanışıklığımızı sürekli olarak teyit etmeli ve genişletmeliyiz. Servius, Donatus ve Priscian’ın eserlerinden çok şey öğrenebiliriz ama kendi okuduğumuz eserleri dikkatlice gözlemleyerek, özellikle kelime dağarcığına ve kelimelerdeki değişimlere, mecazlara ve metaforlara ve ince zevkleri ortaya koyan ritim ve antitez gibi stil ustalıklarına dikkat ederek daha fazlasını da öğrenmek mümkündür. Bu nedenle, okuyacağımız yazarları seçerken aşırı dikkatli olmalıyız, aksi takdirde yazılarımıza sanatsal olmayan ve değersiz bir stil bulaşabilir ve üslubumuz kötüleşebilir; bu tehlikeyi engellemek için yapılacak en iyi şey eserleri seçerken hassas ve eleştirel davranmak, her maddenin anlamını, cümlelerin yapısını ve en önemsiz maddelerde dahi kelimelerin gücünü incelemektir. Böylece okumalarımız doğrudan stilimizi etkileyebilir.
Doğal olarak önce Hıristiyan yazarları tercih edebilirsiniz, bunların içinde en önce bariz biçimde ayrılan ve klasik-sonrası dönemin herkesçe kabul edilen en iyi stiline sahip olan Lactantius vardır. Ben özellikle Adversus Falsam Religionem, De Via Dei ve De Opificio Hominis adlı eserlerini çalışmanızı öneririm. Lactantius’tan sonra Augustine, Hieronymus, Ambrose ve Cyprianus arasında seçim yapabilirsiniz; Nazianzuslu Gregorios, Krysostomos veya Basileos’u okumak isterseniz elinizdeki çevirinin doğruluğunu kontrol etmelisiniz. Klasik yazarlardan ise Cicero’yu okumak her zaman keyif verir: Dilinin ve fikirlerinin zenginliği ne kadar ulaşılmazdır, stilinin gücüyle bir yazarda çekici olan her şeye sahiptir! Ondan sonra ulusal edebiyatımızın zaferi ve sevinci olan Vergilius gelir. Onları usta şairler Livius ve Sallust takip eder. Bu yazarları okumak, cümle yapıları ve kelime seçimlerinizin doğruluğunu sınamanızı sağlayacaktır…
Ancak müfredat konusunda karşımıza daha büyük bir sorun çıkmaktadır. Bu sorun, edebi biçimden farklı olarak, daha önce olguların ve ilkelerin gerçeklikleri dediğim sorundur. Şimdi yine derinliği olan konuların her türlüsüne ilgi duyan gayretli ve yüksek iştiyakları olan bir öğrenci tahayyül ediyorum; ancak dikkatli olmak lazım. Öğrencinin heyecanını, bilginin bazı dallarında dizginlemeyi tercih ederim, bazılarında ise elimden geldiğince öğrenciyi cesaretlendiririm. Bu yüzden bazı konularda mütevazı bir ustalığa sahip olmak arzulanmalıdır, fazla bilgi ve aşırı düşkünlük kibirli bir gösterişçilik olur. Örneğin kültürlü bir zihin için aritmetik ve geometrinin inceliklerini bilmek gereksizdir, astroloji için de aynısı söylenebilir...
Bu durumda bir kadın için hangi disiplinler uygundur? Bir kadın için ilk olarak, tamamen bağımsız bir konu olan din ve ahlak alanının tamamı gelir. Kilise edebiyatı onun tarafından incelenmeyi hak eder. Örneğin Aziz Augustine gibi bir yazar, saygıdeğer ve aynı zamanda da ilmi bir araştırma için bir kadına en geniş ufku sağlar. Kadının kendini adama içgüdüsü, şu anda yaşamakta olan kutsal adamların yardımlarının ve sundukları tesellilerin değerini anlamasını sağlayabilir ama bu durum bu kişilerin yazdıklarını okuma yönünde ani bir isteğe sebep olmamalıdır, çünkü Augustine ile karşılaştırıldıklarında sesi ve melodisi açısından çok fakir eserlerle karşılaşacaktır ve bana göre bu eserlerin hiçbir çekiciliği yoktur.
Ayrıca kültürlü bir Hıristiyan hanımefendisinin bu ağır konuyu öğrenmek için dini yazarlarla sınırlanmasına da gerek yoktur. Ahlak, gerçekten de Yunan ve Roma medeniyetlerinin en asil zekâları tarafından anlatılmıştır. Ölçülülük, Ilımlılık, Tevazu, Adalet, Cesaret, Ruh Yüceliği gibi konularda bize bıraktıkları eserler sizin en içten saygınızı hak eder. Erdemin mutlu olmaya yetip yetmeyeceği yahut mutluluğun erdemin içinde mevcut olup olmadığı, işkenceyle, hapisle veya sürgünle yok edilip edilemeyeceği, bunların bir adamın mutluluğunu engellemekle kalmayıp o kişiyi sefil duruma düşürüp düşürmeyeceği gibi sorulara girmeniz gerekir. Yineleyelim, mutluluk zevkin varlığından ve acının yokluğundan mı oluşur (Epikür ile), yahut doğruluğun bilincinde olmak mıdır (Xenophon ile) ya da erdemlerin hayata geçirilmesi midir (Aristo ile)? Bu sorular hem kadınlar hem de erkekler tarafından araştırılmaya değer sorulardır, aynı zamanda edebi alıştırmalar ve kurallı tartışmalar için uygun malzemelerdir. Bu yüzden Hıristiyan bir leydinin eğitiminde ilk sırada din ve ahlak olmalıdır.
Ancak unutmamalıyız ki, gerçekten farklılaşmak için geniş ve çeşitli sahalarda çalışmak hayatın faydalı keyiflerinden biridir ama bunlara ayırdığımız zaman ve ilginin oranına dikkat etmemiz gerekir.
Böylesi alanların ilki bence tarihtir: Gerçekten kültürünü artırmak isteyen hiç kimse tarihi göz ardı etmemelidir. Çünkü kendi tarihimizin kaynaklarını ve gelişimini, milletlerin ve kralların başarılarını anlamak bizim görevimizdir.
Geleceği dikkatle incelemek, güncel olaylarla ilgili öngörü yeteneğimizi de geliştirir ve vatandaşları ve monarkları kamu politikası düzeni hakkında uyarır ve onlara teşvik edici dersler verir. Ayrıca tarihten ahlaki emirler konusunda örnekler de alırız.
Antik edebiyatın bize ulaşan anıtlarında tarih belirgin bir yer tutar. Livius, Sallust ve Curtius gibi yazarlar çok değerlidir ama belki de hepsinden fazla Julius Caesar’a değer veririz; Yorumlar adlı eserindeki stil o kadar şık ve o kadar berraktır ki içten hayranlığımızı kazanır. Böylesi yazarlar eğitimli bir leydinin anlayabileceği yazarlardır. Neticede tarih basit bir konudur: Tarih çalışmalarında kurnazlık içeren veya karmaşık bir şey yoktur. En basit meselelerin anlatılmasından ibarettir ve bir defa öğrenildikten sonra kolayca hafızada tutulur.
Antik dönemin büyük hatipleri de listeye mutlaka eklenmelidir. Erdemlerin daha sıcak biçimde övüldüğünü, günahların daha ateşli biçimde kınandığını görebileceğimiz bir başka yer yoktur. Ayrıca onlardan teselli etmeyi, cesaretlendirmeyi, caydırmayı ve öğüt vermeyi de öğrenebiliriz...
(...) Antik dönemin büyük şairlerini tanımak [da] gerçek eğitimin esaslarından biridir. Çünkü antik dönemden ve onların yazarlığından gelen ve üzerimizde etkisi olan bu eserlerde doğa hakkında, şeylerin sebepleri ve başlangıçları hakkında derin düşünceler buluruz. Ayrıca bu eserlerde gündelik hayatın sorunlarıyla ilgili önemli gerçekler anlatılır ve önerilir. Bunların hepsi de hayran olunası bir zarafetle ve saygınlıkla yapılır...
Ancak biliyoruz ki, bilginin ve edebiyat zevkinin eksik olduğu bazı çevrelerde Edebiyat, ilahi olandan bir şeyler içermesine ve dolayısıyla en yüce mevkilere layık olmasına karşın, üzerinde çalışılmaya değmezmiş gibi aşağılanmaktadır. Ne ki, en iyi şiirlerin biçiminin güzelliğini, konularının çeşit ve ilgi alanları itibariyle çekiciliğini, çocukluğumuzdan itibaren belleklerimize kolayca kazınmış olmasını, duygularımıza ve zekâmıza yakın gelen ritim ve ölçülerinin değerini hatırlayınca, doğanın bizzat kendisinin düşüncesizce dillendirilen böylesi eleştirilere karşı olduğu sonucuna varmak durumunda kalıyoruz... Şairleri incelemiş olan Eflâtun ve Aristo’nun, gerek uygulamalı bilgelik, gerekse ve ahlaki ciddiyet konularında çağımız eleştirmenlerden geri kalmadıklarını kabul etmem de mümkün değildir. Evet, onlar Hıristiyan değildiler, ama yaşamın istikrarı, kötülüğe duyulan nefret, Hıristiyanlıktan önce ve ondan bağımsız olarak da mevcuttu.
* W. H. Woodward: Vittorino da Feltre ve Diğer Hümanist Eğitimciler, s. 124-32. Telif hakkı: 1897, Cambridge University Press. Cambridge University Press’in izniyle yeniden basılmıştır.
Rönesans’ın toplumun hemen her alanında kışkırttığı yenilikler, resme, Orta Çağ sanatı ikonografisinin sofu kurallarının gevşemesi şeklinde yansıdı. On Dört ve On Beşinci yüzyıllarda İtalya’da başlayan, Batı Avrupa’ya yayılan yeni dünya görüşü doğrultusunda, insanoğlunun Tanrı’nın suretinde yaratılmış olduğu şeklindeki anlayış, sanatçıları Kilise’nin onayladığı konuların dışına çıkıp çok daha geniş bir alanda eser vermelerini mümkün kıldı. Dini resimlerin katı kurallarından kurtulan ressamlar, antik çağların klasik sanatlarını örnek alarak, biçim ve şekilleri yorumlamaya koyuldular.
Leonardo da Vinci’nin (1452-1519) aşağıda yer alan notlarının ünlü sanatçının Resim Hakkında Risale (Il Libro Dell’arte O Trattato Della Pittui) adlı eserinin girişi olduğu düşünülmektedir. Bu risale, da Vinci’nin zaman içinde kaleme aldığı makalelerden toparlanan bir derlemedir. Bu bağlamda, Leonardo’nun sanata ilişkin düşüncelerinin pek az bir bölümünü yansıttığı söylenir. Risalenin hangi anlayış ve amaçla derlendiği de bilinmemektedir. Buna karşın, Leonardo’nun bu notları, hamisi Milano Dükü Ludovico Sforza’nın (1452-1508) sarayında, insancıların hangi sanatın daha değerli olduğunu tartıştıkları bir toplantıyla bağlantılı olarak yazmış olması daha muhtemeldir. Her hâlükârda bu notlar, Leonardo da Vinci’nin geleneksel kavramlara meydan okuyuşunu, resmin de temel sanatlardan biri olduğu görüşünü, hatta bazı açılardan diğer sanatlardan daha üstün olduğu yönündeki iddiasını gösterir.