Doğanın Yorumlanmasına Dair*
Denis Diderot, editör, romancı ve felsefenin genel problemleri üzerinde düşünen bir yazar olmasının ötesinde, fevkalade başarılı bir bilim araştırmacısıydı. Nitekim, çok sevgili ansiklopedisinin bilimsel keşifler ve teknolojik oluşumlara ilişkin maddelerine vücut veren sayısız makalesini kaleme alırken yaşadığı bilimsel derinleşme süreci kadar, kendisini ilgilendiren ve haz veren uğraş olmadı.
1753 yılında ansiklopedisi için zorlu bir çalışma temposu içindeyken yayınladığı Doğanın Yorumlanmasına Dair [Les Entretiens sur Le Fils naturel] adlı aşağıdaki denemesi, Aydınlanma dönemi düşünürlerinin erken modern dönemin bilimsel başarılarını nasıl değerlendirdiklerini anlatır.
Şeyler bizim aklımızda olduğu sürece sadece fikirdirler; bunlar doğru veya yanlış, kabul edilmiş veya reddedilmiş nosyonlar olabilir. Ancak harici ve varolan şeylerle ilişkili olduklarında tutarlı hale gelirler. Bu bağlantı ya bir ucuyla gözleme ve diğer ucuyla deneye bağlanan, kesintisiz bir akıl yürütme zinciriyle yapılır ya da iki ucundan bağlı bir ipe asılmış ağırlıklar gibi, bir akıl yürütme zincirinde belirli aralıklarla gerçekleştirilen deneylerle. Bu ağırlıklar olmadan ip havanın en ufak hareketiyle yer değiştirecektir. (...)
Doğada temeli olmayan fikirler ancak kökleri olmayan ağaçlardan oluşan kuzey ormanlarıyla karşılaştırılabilir. Sadece bir rüzgâr veya küçük bir olgu bütün bir ormanı veya bir fikirler bütününü altüst edebilir. (...)
İnsanlar gerçeği araştırma kurallarının ne kadar ağır ve vasıtalarımızın sayısının ne kadar kısıtlı olduğunu düşünmekten huzursuz oluyorlar. Her şey duyulardan düşüncelere, düşüncelerden duyulara yansımaya, sürekli olarak önce içine, sonra da dışarıya dönmeye indirgendi; bu, arının yaptıklarına benziyor. Kovana balmumu getirilmezse kırlar boşuna gezilmiş olacak. Eğer getirilen balmumlarıyla petek yapılmazsa o kadar balmumu boşuna biriktirilmiş olacak. (...)
O engin bilim dünyası bana bazı yerleri aydınlık, bazı yerleri karanlık olan büyük bir arazi gibi görünüyor. Çabalarımız ya aydınlık bölgelerin sınırlarını artırmak ya da aydınlatma merkezlerinin sayısını artırmak amacında olmalıdır. İkincisi için yaratıcı dehalar gerekiyor; ilki için ise geliştiren, genişleten, güçlendiren bir bilgelik. (...)
Üç temel vasıtamız var: Doğanın gözlemlenmesi, düşünce ve deney. Gözlem olguları biriktiriyor, düşünce onları bağlantılandırıyor ve deney bu bağlantıların sonuçlarını doğruluyor. Doğanın gözlemlenmesi büyük dikkat gerektiriyor, düşünmenin derinlemesine yapılması gerekiyor ve deneyler de kesinliğe ihtiyaç duyuyor. Bu yöntemlerin birlikte kullanıldığı pek ender görülüyor. Yaratıcı zekâlar da öyle çok yaygın değil. (...)
Felsefeyi ikiye ayırıyoruz: Deneysel felsefe ve akıl yürütme temelinde felsefe. İlkinin gözleri bağlı, yolunu ancak hissederek buluyor, eline ne düşerse onu yakalıyor ve sonuçta değerli şeyler buluyor. Diğeri bu değerli şeyleri topluyor ve onlardan bir meşale yapmaya çalışıyor; ancak bu sözde meşale bugüne kadar rakibinin el yordamıyla topladıkları kadar iyi hizmet etmedi, zaten böyle de olmalı. Deney, eylemlerini sonsuz biçimde çoğaltıyor, durmaksızın eylemlerine devam ediyor, sürekli olarak fenomenleri aramakla meşgul; akıl yürütme de bu fenomenleri benzerlikleri bulmak için kullanıyor. Deneysel felsefe çabaları sonunda ne elde edeceğini veya ne elde edemeyeceğini bilmiyor ama durmak bilmeden çalışıyor. Bunun aksine, akıl yürütmeye dayanan felsefe olasılıkları tartıyor, bir bildirimde bulunuyor ve birdenbire duruyor. Cesurca, “Işık ayrıştırılamaz,” diyor; deneysel felsefe bunu duyuyor ve yüzyıllarca dilini tutuyor; sonra aniden prizmayı üretiyor ve şöyle söylüyor: “Işık ayrıştırılabilir.” (...)
* Diderot, Doğanın Yorumlayıcısı adlı eserden alınmıştır, çeviren Jean Stewart ve Jonathan Kemp, New York: International Publishers, 1943, s.43-46.