Dört Özgürlük Söylevi*
Birleşik Devletler Kongresi’ne,
Siz Yetmiş Yedinci Kongre üyelerine, Birliğin tarihinde eşi görüşmemiş bir zamanda hitap ediyorum. “Eşi görülmemiş” sözünü kullandım, çünkü Amerika’nın güvenliği daha önce hiç bu kadar ciddi bir şekilde tehdit edilmemiştir…
Birleşik Devletlerin 1914 öncesinde de diğer kıtalarda meydana gelen olaylardan rahatsızlık duyduğu doğru. Amerika’nın haklarının korunması ve barış içinde ticaret yapma hakkı için Avrupalı devletlerle iki tane olmak üzere, Batı Hint Adaları, Akdeniz ve Pasifik’te ilan edilmemiş bir dizi savaşa girdik. Ancak hiçbir durumda milletimizin güvenliği ve bağımsızlığına karşı ciddi bir tehdit oluşmamıştı.
Millet olarak Birleşik Devletlerin, medeniyet treni geçip giderken, bizi antik bir Çin Seddi’nin ardına hapsetme girişimine direnmeyi sürdürdüğü tarihi gerçeğini de iletmek isterim. Bugün, çocuklarımızı ve onların çocuklarını düşünerek kendimiz ve Amerika’nın her parçası için zorunlu tecride karşı çıkıyoruz.
1914’te Dünya Savaşı patlak verdiğinde bile, Amerika’nın geleceği için yalnızca küçük bir tehlike olduğu sanıldı. Ancak zaman geçtikçe Amerikan halkı, demokratik ulusların düşüşünün kendi demokrasisini de düşüreceği anlamına geldiğini fark etti…
Gerçekçi olan herkes bilir ki demokratik yaşam şekli günümüzde dünyanın her yerinde ya silahla ya da barış içindeki ulusları parçalamak ve ihtilaf yaratmaya çalışanların yaptığı zehirli propagandanın gizlice yayılmasıyla doğrudan saldırıya uğramaktadır. On altı ay boyunca bu saldırı, büyük küçük her türlü bağımsız ulus modelini yok etmiştir. Saldırganlar büyük ya da küçük diğer ulusları tehdit ederek hâlâ yollarına devam etmektedir.
Bu yüzden Başkanınız olarak, “Birliğin durumuyla ilgili Kongreye bilgi vermek” olan anayasal görevimi yerine getiriyor, ülkemizin ve demokrasimizin geleceğinin ve güvenliğinin sınırlarımızın çok ötesindeki olaylara bağlı olduğunu bildirmeyi gerekli görüyorum.
Demokratik varlığın silahlı savunması artık dört kıtada da cesurca başlatılmıştır. Bu savunma başarısız olursa, Avrupa, Asya, Afrika ve Avustralya’daki bütün nüfus ve kaynaklar galip gelenlerin eline geçecektir. Bu nüfus ve kaynakların toplamı, bütün Batı Yarıkürenin nüfus ve kaynaklarını kat kat aşmaktadır.
Böyle zamanlarda hazırlıksız bir Amerika’nın, tek elle ve tek eli de arkasına bağlanmış olarak bütün dünyayı durdurabileceğini söylemek çocukça ve de yanlıştır.
Gerçekçi olan hiçbir Amerikalı, bir diktatörden barış, uluslararası cömertlik ya da gerçek bağımsızlık, dünya silahsızlanması, ifade özgürlüğü, ibadet özgürlüğü hatta iyi iş yapma olanakları sağlamasını beklemez. “Kısa süreli güvenlik karşılığında asıl bağımsızlığından vazgeçenler bağımsızlığı da güvenliği de hak etmezler.” Millet olarak yumuşak kalpli oluşumuzla övünebiliriz, ancak yumuşak başlı olmamalıyız. Her zaman küstahça konuşanlara, yatıştırma politikasının “doktrini” üzerine verilen o çınlayan vaazlara karşı tetikte olmalıyız. Özellikle de Amerikan kartalının kanatlarını kendi yuvalarını yapmak için koparacaklara karşı dikkatli olmalıyız.
Modern harp temposunun, bu savaşı diktatör devletlerin kazanması durumunda, fiziksel saldırıyı nasıl hızla üstümüze salacağının yakın zamanda altını çizmiştim…
Zamanın gerektirdiği durum, eylemlerimizin ve politikalarımızın öncelikle ve sadece, bu dış tehlikeyle yüzleşmek için adanmasıdır. Çünkü bütün iç sorunlarımız artık bu olağanüstü halin bir parçasıdır. İçişlerinde uyguladığımız ulusal politikamızın sınırlarımız içindeki yurttaşlarımızın tümünün haklarına ve haysiyetine yakışan saygı temeline dayanması gibi, dışişlerinde uygulanan ulusal politikamız da büyük küçük bütün ulusların haklarına ve haysiyetine yakışan saygıyı göstermektedir. Ahlakın adaleti sonunda kazanacaktır.
Ulusal politikamız işte budur.
Halk iradesinin etkili bir şekilde ifadesi ile ve partizanlığa bakılmaksızın, kendimizi her şey dahil milli savunmaya adadık.
İkincisi, halk iradesinin etkili bir şekilde ifadesi ile ve partizanlığa bakılmaksızın, kendimizi yer yerde saldırılara direnen ve bu şekilde savaşı bizim Yarıküremizden uzakta tutan bütün o kararlı halklara tam destek vermeye adadık. Bu destekle demokratik davanın süreceğine dair kararlılığımızı ifade ediyor; ulusumuzun savunmasını ve güvenliğini güçlendiriyoruz.
Üçüncüsü, halk iradesinin etkili bir şekilde ifadesi ile ve partizanlığa bakmaksızın, kendimizi ahlak ilkeleri ve kendi güvenliğimiz için duyduğumuz kaygıların saldırganların yürüttüğü ve yatıştırıcıların finanse ettiği bir barışa razı olmayacağı ifadesine adıyoruz. Biliyoruz ki sürekli barış, başkalarının özgürlüğü pahasına getirilemez…
En yararlı ve acil rolümüz, hem onlar hem de kendimiz için bir cephane görevi görmektir. İnsan gücüne ihtiyaçları yok. Ama milyonlarca dolarlık savunma silahlarına ihtiyaçları var…
Demokrasilere şunu söyleyelim: “Biz Amerikalılar özgürlüğünüzü savunmanız konusunda çok kaygılıyız. Enerjimizi, kaynaklarımızı ve düzenleyici güçlerimizi, size özgür dünyayı geri kazanmak ve sürdürmek için gereken gücü vermek amacıyla sunuyoruz. Size artan sayıda gemi, uçak, tank ve silah göndereceğiz. Bu bizim amacımız ve andımızdır.” Bu amaca ulaşıldığında ve saldırılarına direnmeye cesaret eden demokrasilerin yardımına koştuğumuzda, bunu uluslararası hukukun çiğnenmesi ve bir savaş sebebi olarak görecek olan diktatörlerin tehditlerine itibar etmeyeceğiz. Böylesi bir yardım, bir diktatör tek taraflı olarak öyle ilan etse bile bir savaş sebebi değildir. Diktatörler bize savaş açmaya hazır olduklarında, bizim tarafımızdan gelecek bir savaş sebebi beklemeyeceklerdir. Norveç, Belçika ve Hollanda’nın böyle bir savaş nedeni bulmasını beklemediler. İstedikleri tek şey, icrasında çok taraflılık olmayan tek yönlü bir uluslararası hukuktur ve bu yüzden de bir baskı aracıdır.
Amerika’nın gelecek nesillerinin mutluluğu, yaptığımız yardımın ne kadar çabuk ve etkili bir şekilde hissedildiğine bağlı olacaktır. Hiç kimse karşılaşacağımız olağanüstü hallerin kesin karakterini söyleyemez. Milletin elleri, Milletin hayatı tehlikedeyken bağlanmamalıdır. Savaşın kendisi kadar tehlikeli olan olağanüstü halin gerektirdiği fedakârlıkları yapmaya hazır olmalıyız. İçimizdeki birkaç miskin veya baş belasıyla başa çıkmanın en iyi yolu öncelikle onları vatansever örneklerle utandırmak ve bu da işe yaramazsa hükümetin egemenliğini hükümeti kurtarmak için kullanmaktır.
İnsan nasıl ki yalnızca ekmek yiyerek yaşayamazsa, yalnızca silah gücüyle de savaşamaz. Savunmamıza yerleşenler ve onların arkalarında savunmamızı oluşturanların, savundukları yaşam şekline olan sarsılmaz inançlarından gelen bir dayanıklılığa ve cesarete sahip olmaları gerekir. Çağrıda bulunduğumuz bu büyük icraat, uğruna savaşılacak her şeyin göz ardı edilmesine bağlı olamaz.
Milletimiz, Amerika’daki demokratik hayatın korunmasında herkesin bireysel payının bilincinde olması için yapılan şeylerden büyük memnuniyet duymakta ve güç almaktadır. Bu gibi şeyler halkımızı sertleştirmiş, inancını yenilemiş ve korumaya hazır olduğumuz kurumlara olan sadakatini güçlendirmiştir. Bugün dünyadaki en büyük etken, yani toplumsal devrimin kökleri olan toplumsal ve ekonomik sorunlar hakkında düşünmeyi bırakma zamanı elbette değildir.
Sağlıklı ve güçlü bir demokrasinin temellerinde anlaşılmayacak bir şey yoktur. Halkımızın siyasi ve ekonomik sistemlerden temel beklentisi basittir. Bunlar: gençler ve diğerleri için fırsat eşitliği, çalışabilenler için iş; ihtiyacı olanlara koruma; birkaç kişi için yapılan özel ayrıcalıkların sona ermesi; herkes için toplumsal özgürlüklerin korunması; daha geniş ve sürekli yükselen hayat standardı için bilimsel gelişmelerin meyvelerinin toplanmasıdır.
Bunlar, modern dünyamızın inanılmaz karmaşa ve hengâmesi içinde asla gözden kaybetmememiz gereken basit ve temel şeylerdir. Ekonomik ve siyasi sistemlerimizin içsel ve bağlayıcı gücü bu beklentileri karşılama derecesine bağlıdır…
Korumaya çalıştığımız bu gelecek günlerde, dört esas insan özgürlüğü temelinde kurulu bir dünya bulacağımızı umuyoruz.
İlki, dünyanın her yerinde, konuşma ve ifade özgürlüğüdür.
İkincisi, dünyanın her yerinde her kişinin Tanrısı’na kendi istediği biçimde ibadet etme özgürlüğüdür.
Üçüncüsü, dünyanın her yerinde, yoksulluktan kurtulma özgürlüğüdür ve bu özgürlük, her ulusa kendi vatandaşları için sağlıklı ve barış içinde yaşamayı temin edecek ekonomik şartların sağlanması anlamına gelir.
Dördüncüsü, dünyanın herhangi bir yerinde, korkudan kurtulma özgürlüğüdür ve bu özgürlük, hiçbir ulusun herhangi bir komşusuna karşı fiziksel saldırıda bulunmak durumunda kalmayacağı bir noktaya gelene dek dünya çapında silahlanmanın azaltılması anlamına gelir.
Bu durum uzak bir milenyumda gerçekleşecek bir hayal değildir. Kendi zamanımız ve neslimiz boyunca elde edilebilir bir dünya için belli bir temel oluşturur. Bu tür bir dünya diktatörlerin bir bombanın patlamasıyla yaratmaya çalıştıkları sözde yeni zorbalık düzeninin antitezidir.
Bu yeni düzene karşı çıkarak daha yüce bir anlayışı kabul ediyoruz: ahlaki düzen. İyi bir toplum, dünyayı ele geçirme ve dışarıdaki devrim planlarıyla korkusuzca yüzleşecektir.
Amerika tarihinin başlangıcından beri değişimle, sürekli ve barışçı, durmadan devam eden, toplama kampı ya da çukurdaki kireç olmaksızın kendini değişen şartlara göre ayarlayan devrimle karşı karşıyayız. Aradığımız dünya düzeni, birlikte dostça çalıştıkları medeni bir toplumu olan özgür ülkelerin iş birliğinin sonucudur…
* New York Times, 7 Ocak 1941.