Devlet ve Devrim*
Devlet ve Devrim’de (1917) Lenin geleceği, “proletarya’nın diktatörlüğü”, bir kez devrimle burjuvazi toplumunu yerinden ederse komünist toplumda neler olacağını anlatır.
Proletarya’nın diktatörlüğü (örneğin, yönetici sınıf olarak, ezilmişleri bastırmak amacıyla, ezilmişlerin öncü kuvvetinin organizasyonu), sadece bir demokrasi açılımı sağlayamaz. İlk kez fakirler demokrasisi ve halkın demokrasisi olup zenginler demokrasisi olmayan büyük bir demokrasi açılımıyla, proletaryanın diktatörlüğü, baskıcılara, sömürücülere, kapitalistlere karşı bir dizi özgürlük kısıtlaması gerçekleştirmiştir. İnsanlığı maaşlı kölelikten kurtarmak için, söz konusu baskıcıları, sömürücüleri vs. ezmeliyiz. Onların direnişleri zorla kırılmalı. Baskı olan yerde şiddetin bulunduğu, özgürlüğün ve demokrasinin bulunmadığı açıktır.
Engels, bunu Babel’e yazdığı mektupta söylediği şu sözlerle, okuyucunun hatırlayacağı üzere, harika biçimde dile getirmiştir: “Proletarya hâlâ devlete ihtiyaç duyduğunda, bu ihtiyaç, kendisinin özgürlüğe duyduğu ilgiden kaynaklanmaz; düşmanlarını ezmek amacıyladır ve özgürlükten söz etmek mümkün hale geldiğinde ise, bu kez, devletin varlığı sona erer.”(…)
Sadece komünizm, devleti tamamen gereksiz kılar; çünkü ezilen hiç kimse yoktur (buradaki “hiç kimse” bir sınıf, toplumun belli bir kesimiyle olan sistematik bir mücadele anlamındadır). Biz ütopyacı değiliz ve kişisel olarak insanların arasında aşırılıkların olması ihtimalini ve kaçınılmazlığını ya da bu tip aşırılıkları bastırma ihtiyacını reddetmiyoruz. Fakat başlangıçta bunun için herhangi bir özel makineye, herhangi bir özel baskı aletine ihtiyaç yoktur. Bunu, eli silahlı insanların kendileri, aynı uygar insanlardan oluşan herhangi bir kalabalığın (modern bir toplumda bile) iki kavgacı tipi ayırdığı gibi ya da bir kadına kötü davranılmasına izin vermediği gibi kolaylıkla ve rahatça yapacaktır. Ve ikinci olarak, sosyal hayatın kurallarını ihlal etmeyi kapsayan aşırılıkların en temel sosyal sebebinin; kitlelerin, onların isteklerinin ve yoksulluklarının sömürülmesi olduğunu biliyoruz. Bu temel sebebin ortadan kalkmasıyla aşırılıklar, kaçınılmaz olarak “kaybolmaya” başlayacaktır. Bunun ne kadar hızlı ve nasıl bir sırayla olacağını bilmiyoruz fakat onların kaybolacağını biliyoruz. Onların kaybolmasıyla, devlet de kaybolacaktır. (…)
Demokrasi, işçi sınıfının kapitalistlerle olan özgürlük mücadelesinde çok önemlidir. Ancak demokrasi, kesinlikle bir adım ötesine gidilemeyecek bir sınır değildir. Demokrasi, sadece feodalizmden kapitalizme, kapitalizmden komünizme ilerleme yolundaki basamaklardan biridir.
Demokrasi eşitlik demektir. Proletaryanın eşitlik mücadelesinin büyük önemi ve bir slogan olarak eşitliğin önemi ortadadır. Tabi eğer bunu, sınıfların ortadan kaldırılması anlamıyla doğru yorumlarsak. Fakat demokrasi, sadece resmi eşitlik demektir. Üretim araçlarına sahiplik açısından toplumun tüm fertleri arasında eşitliğin sağlanmasının- yani eşit işe eşit ücretin- hemen ardından, doğal olarak insanlığın aklına resmi eşitlikten gerçek eşitliğe (örneğin; “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” kuralını gerçekleştirmeye) geçiş sorunu gelecektir. Hangi aşamalarla, gerçeğe dayalı hangi ölçülerle insanlık, bu yüksek amaca doğru ilerleyecektir. İşte bunu biz bilmeyiz, bilemeyiz. Fakat sosyalizmin bilindik burjuvazi sunumunun ne kadar uydurma olduğunun farkına varmak önemlidir. Burada, sosyalizm sanki cansız, taşlaşmış ve herkes için belirlenmiş bir şeymiş gibi sunulmaktadır ancak gerçekte sadece sosyalizmle hızlı, hakiki, gerçek bir kitlesel ilerleme başlatılabilir. Bu ilerleme ile önce çoğunluk ve ardından nüfusun tümü, sosyal ve bireysel yaşamın bütün alanlarında ilerleme kaydedecektir.
Demokrasi bir devlet biçimi, devlet çeşitlerinden biridir. Haliyle, her devlet gibi, o da insana karşı organize, sistematik bir güç uygulaması içermektedir. Bir tarafta bu vardır. Diğer taraftan ise, tüm vatandaşların eşitliğinin resmi olarak tanınmasını ve herkesin devletin yönetimi ve yapısının belirlenmesindeki eşit hakkını simgeler. Bu sırasıyla şu gerçeklerle ilişkilidir: Demokrasinin gelişiminde belli bir noktada, devlet, öncelikle proletaryayı devrimci sınıf olarak kapitalizme karşı destekler ve proletaryaya burjuvazinin devlet çarklarını (hatta onun cumhuriyetçi özelliğini: mevcut ordu, polis ve bürokrasiyi) ezme, parçalama, dünyadan silme imkânını verir ve ardından bunların yerine daha demokratik fakat milislerdeki insanların evrensel katılımına dönüşen silahlı işçiler şeklinde yine bir devlet çarkı koyar. (…) [Sonuçta] toplumun tamamı, eşit işe eşit ücretle çalışan tek bir ofis ve tek bir fabrika haline gelmiş olacaktır.
Fakat proletaryanın kapitalistleri yenip sömürücüleri alaşağı ettikten sonra tüm topluma yayacağı “fabrika” disiplini, kesinlikle bizim idealimiz, nihai hedefimiz değildir. Ancak bu, daha ileri gitmek için toplumun kapitalist sömürünün tüm iğrençlik ve kokuşmuşluklarından tamamen temizlenmesi noktasında gerekli bir basamaktır.
Toplumun tüm fertlerinin ya da büyük çoğunluğunun devleti bizzat kendilerinin yönetmeyi öğrenmelerinin, kollarını sıvayıp işe koyulmalarının, önemsiz kapitalist azınlıkların, kapitalizme meyilli üst tabakanın ve kapitalizm tarafından tamamen yıldırılan işçilerin üzerinde kontrolü “sağlamalarının” ardından, bu andan itibaren hükümete olan ihtiyaç yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlar. Demokrasi ne kadar eksiksizse, onun (devletin) gereksiz olmaya başladığı an da o kadar yakındır. Silahlı işçilerden oluşan “devlet”, ki bu, “kelimenin tam anlamıyla artık bir devlet sayılmaz”, demokratikleştikçe, her devlet daha hızlı biçimde yok olmaya başlar.
Herkes yönetmeyi ve bağımsız şekilde fiili olarak sosyal üretimi, hesap tutmayı, aylaklar, soylular, dolandırıcılar ve bunlar gibi kapitalist geleneklerin bekçilerini kontrol altına almayı öğrendiğinde, bundan sonra bu milli muhasebe ve kontrolden kaçış, kaçınılmaz olarak oldukça zor ve istisnai hale gelecektir. Muhtemelen bu gibi durumlarda, silahlı işçiler duygusal entelektüeller olmadıklarından ve gerçek hayat insanı olduklarından ve de hemen hemen hiç kimsenin onlarla dalga geçmesine izin vermeyeceklerinden, çok hızlı ve ağır cezalandırmalar olacaktır. Çok yakında da, ortak normal sosyal yaşantının temel kurallarını gözetme gerekliliği, bir alışkanlık halini almış olacaktır. Komünist toplumun ilk aşamasından daha yukarı aşamalara geçişi ve bununla birlikte devletin kökten yok oluşu için kapılar, o zaman ardına dek açık olacaktır.
* Vladimir Lenin, Devlet ve Devrim, New York, International Publishers Co., Inc.; 1932, s. 73, 75, 82-5.