I. Cilt
( - 1350)

II. Cilt
(1350 - 1650)

III. Cilt
(1650 - 1800)

IV. Cilt
(1800 - 1970)

Descartes ve Sör Isaac Newton Hakkında*

Voltaire

Voltaire, İngilizlere Dair Felsefi Mektuplar (Lettres philosophiques sur les Anglais) adlı kitabını bastırdığı 1733 yılında zaten ünlü bir yazardır. Diğer eserleri gibi bu kitapta da İngiliz fikirlerini açıkça övüyor olması, Fransız düşüncesinin birtakım unsurlarına yöneltilen alaycı bir saldırı olarak görülür (ki öyledir) ve eleştiri bombardımanına tutulmasına neden olur. Ancak, Voltaire’in tüm mektupları alaycı değildir. Nitekim, aşağıdaki mektupta yazarın hem Fransız hem de İngiliz dahilerine saygı göstermek için büyük çaba gösterdiği görülür. Bununla beraber, “dahiler” arasında ayırım yapmaktan kaçınmamış, sonuçta bir grubu diğerinden üstün tuttuğunu saklamamıştır.

Londra’ya varan bir Fransız diğer her şey gibi buradaki felsefeyi de çok farklı bulacaktır. Basınç dolu bir dünyayı arkasında bırakmıştır, burada vakumla karşılaşır. Paris’te evren zeki madde parçacıklarının bir girdabı iken, Londra’da böyle bir şey görmek mümkün değildir. Fransa’da gelgitin sebebi ayın yaptığı baskıdır ama İngiltere’de deniz aya doğru çekilmektedir; yani ayın bir sele sebep olacağını düşünenler de, denizin çekileceğine inanan beyefendiler de maalesef bunu ispatlayamaz. Böyle bir şeyin gerçekleşmesi için denizin ve dalgaların ta yaratılma anına geri dönmesi gerekir.

Gözlemlemeye devam edersek, Fransa’da bu meseleyle hiç ilgisi olmadığı söylenen güneş burada pek yardımcı olmaktadır. Siz Kartezyencilere göre her şey, hakkında çok az fikre sahip olduğumuz bir tahrik kuvveti tarafından gerçekleştirilir; ancak Sör Isaac Newton’a göre, sebebini hiç bilmediğimiz bir çekim gücü her şeyi gerçekleştirir. Paris’te dünyanın bir kavun gibi veya eğik bir biçimi olduğunu hayal edersiniz; Londra’da bu biçim basık bir küreye dönüşür. Kartezyenci ışığın havada mevcut olduğunu ilan eder; Newtoncu ise altı buçuk dakikada güneşten geldiğini. Sizin kimyanızın çeşitli işlemleri asitlerle, alkalilerle ve zeki maddelerle gerçekleştirir ama çekim gücü İngiltere’de kimyaya bile hâkimdir.

Şeylerin özü tamamen değişmiştir. Siz ne ruhun ne de maddenin tanımı üzerinde anlaşabiliyorsunuz. Son ziyaretimde gördüğüm kadarıyla, Descartes ruhun düşünceyle aynı şey olduğunu söylüyor, Bay Locke ise tam tersini gayet güzel ispatlıyor.

Ayrıca Descartes maddeyi sadece zamanın oluşturduğunu iddia ediyor, Sör Isaac ise buna sağlamlığı ekliyor.

Nasıl da çelişkili bu fikirler!

“Non nostrum inter vos tantas compenere lites.” (Böylesi tartışmaları sona erdirmek bize düşmez.) Virgilus, Eclogues III

Bu ünlü Newton, Kartezyen sistemi yok eden bu adam, 1727 yılının Mart ayında öldü. Ülkesinin vatandaşları onu ömrü boyunca onurlandırdı ve sanki halkını mutlu etmiş bir kral gibi defnettiler.

İngilizler, Sör Isaac Newton’un, M. de Fontenelle’in23 Bilimler Akademi-si’nde zikrettiği Elogium adlı eserini kendi dillerine çevirdi ve çok memnun olarak okudular. M. de Fontenelle filozofların başkanıydı ve İngilizler onun vereceği kararın İngiliz filozoflarının Fransızlar karşısındaki üstünlüğünün ciddi biçimde ilan edilmesi yönünde olacağını bekliyordu. Ama bu beyefendinin Descartes’ı Sör Isaac ile karşılaştırdığı ortaya çıktığında Kraliyet Akademisi’nin tümü silahlı bir ayaklanmaya niyetlendi. M. Fontenelle’nin hükmünden ümidi kesip bu söylevi eleştirmeye başladılar. Hatta bazıları (aslında bunlar en yetenekli filozoflar değildi pek) bu karşılaştırmaya gücendi, bunun da tek sebebi Descartes’ın Fransız olmasıydı.

Bu iki büyük adamın yöntemlerinin, talihlerinin ve felsefelerinin birbirinden çok farklı olduğunu itiraf etmek gerekir.

Doğa Descrates’a parlak ve güçlü bir hayal gücü vermişti, bu nedenle hem özel hayatında hem de akıl yürütme yöntemlerinde çok yalnız bir adama dönüştü. Bu hayal gücü onun tümü çok parlak, ustaca metaforlarla ve figürlerle süslü felsefi eserlerinde bile gizlenemiyordu. Doğa onu neredeyse bir şair olarak yaratmıştı; o da gerçekten İsveç Kraliçesi Christina’yı eğlendirmek için maalesef bugün hatırasına saygı göstermek için gizlenen bir şiir yazmıştı. (...)

Uzun zaman, felsefi çalışmalarını tam bir özgürlük içinde yürütmenin zevkine varabilmek için, kendisi gibi yaratıklardan, özellikle de kendi memleketinden uzaklara kaçması gerektiği fikrindeydi.

Descartes çok haklıydı, çünkü çağdaşları onun anlama yetisini geliştirecek ve aydınlatacak kadar bilgili olmak bir yana, ancak ona rahatsızlık verebilecek gibiydi. (...)

Sonunda Descartes kendi dünyasından, çağının en güzel şehri, çiçeği olan Stockholm’e kaçtı. Kötü beslenme yüzünden öldü ve düşmanı olan bazı edebiyatçıların ortasında ve onu iğrenç bulan bir doktorun ellerinde hayatını teslim etti.

Sör Isaac Newton’un hayatının seyri (Descartes’inkinden) epey farklıydı. 85 yaşına kadar mutlu bir yaşam sürdü, memleketinde çok fazla saygı gördü.

Sör Isaac Newton’un en büyük mutluluğu, sadece özgür bir ülkede doğmuş olması değil, aynı zamanda tüm skolastik saçmalıkların yok olduğu bir dönemde doğmuş olmasıdır. Akıl artık eğitimliydi, dolayısıyla insanlık O’nun düşmanı değil, artık sadece öğrencisi olabilirdi.

Bu iki büyük adamın hayatlarındaki belirgin farklardan biri de Sör Isaac’in yaşadığı uzun hayat boyunca hiçbir tutkuya kapılmamış olması, insanoğlunun yaygın zaaflarından uzak durması ve kadınlarla hiçbir biçimde ilişki kurmamasıydı – son dakikalarında yanında olan doktoru ve cerrahı olan kişi bana bu bilginin doğruluğunu teyit etti.

Sör Isaac Newton’u (bu açıdan) takdir edebiliriz ama Descartes’ı da fazla eleştirmemek gerekir.

İngiltere’de bu yeni filozoflarla ilgili yaygın görüş, sonrakinin bir hayalperest, öncekininse bir bilge olduğudur.

İngiltere’de çok az insan Descartes okumuştur ve doğrusu, geçen zamanda kendisinin çalışmaları faydasız bir hal almıştır. Diğer yanda (Manş Kanalı’nın öbür yanında), küçük bir grup Sör Isaac’a ait çalışmaları dikkatle incelemiştir, çünkü bunu yapabilmek için öğrencinin matematik alanında gerçekten çok yetenekli olması gerekir, aksi halde zaten söz konusu çalışmalar onun için anlaşılamaz olur. Ancak tüm bunlara rağmen, bu harika adamlar herkesin tartışma konusudur. Sör Isaac Newton, her avantajdan yararlanırken, Descartes bunların hiçbirine müsamaha göstermezdi. Bazılarına göre, vakumun keşfini, havanın ağır bir cisim olduğunu ve teleskopun icadını ilk bahsedilene borçluyuz.24 Tek kelimeyle, Sör Isaac Newton, burada cahil insanlar tarafından kadim kahramanlara ait tüm zaferlerin kendisine yüklendiği unutulmaz hikâyedeki Herkül gibidir.

Londra’da M. de Fontenelle’in söylevi konusunda yapılan eleştirilerden biri de yazarın Descartes’ın büyük bir geometrici olmadığı yönündeki değerlendirmesidir. Böylesi bir ifade, sahibinin suratına bir tokat gibi geri döner. Descartes geometrinin sınırlarını bulduğu noktadan çok daha ileri götürmüştür, Sör Isaac de onun kaldığı yerden daha ileri gitmiştir. İlki, eğrileri eşitliklerle ifade etmeyi öğretmiştir. Kendisine müteşekkir olduğumuz bu geometri şimdi yaygınlaşmış olsa da onun zamanında tek bir profesörün anlatmayı üstlenemeyeceği kadar karmaşıktı; ancak Hollanda’da Schotten ve Fransa’da Fermat tarafından anlaşılabilmişti.

Bu geometrik ve yaratıcı fikirlerini dioptrik25 alanına uygulayarak bunu yeni bir bilim haline getirdi. Bazı şeylerde yanıldıysa bunun sebebi de yeni bir arazi parçası keşfeden birinin bu toprağın özelliklerinin hepsini birden öğrenememesidir. Onun ardından gelip bu toprağı daha verimli hale getirenler en azından bu toprağı keşfettiği için ona borçludurlar. Descartes’ın diğer eserlerinde de sayısız hata bulunduğunu inkâr edecek değilim.

Geometri, Descartes’ın kendini bir ölçüde biçimlendirdiği bir rehberdi ve O’nun doğa felsefesi geçitleri arasından güvenle ilerlemesini sağlamıştı. Bununla beraber, sonunda bu rehberi terk etmiş ve kendini tamamen hipotezler oluşturmaya vermiştir ve bundan sonra felsefe onun için cahilleri eğlendirmekten başka işe yaramayan hünerli bir aşk macerasından başka bir anlam ifade etmemiştir. Ruhun doğası hakkında, Tanrı’nın varlığının kanıtları hakkında ve madde, hareket kanunları ve ışığın doğası hakkında yanılmıştır. Doğuştan var olan düşünceleri kabul etmiştir, yeni elementler keşfetmiştir, bir dünya yaratmıştır; kendi keyfine göre insanı biçimlendirmiştir; nitekim, dürüst olmak gerekirse, Descartes’in insanı gerçeğinden çok farklıdır.

Metafizik hatalarını o kadar ileri götürmüştür ki, iki artı ikinin dört etmesinin Tanrı’nın böyle istemiş olmasından başka nedeni olmadığını dahi iddia edebilmiştir. Yine de hatalarının bile son derece değerli olduğunu kabul etmekle ona çok da büyük bir iltifatta bulunmuş olmayız. O kendi kendini kandırmıştır ama bunu hiç değilse bir yönteme bağlı kalacak şekilde yapmıştır. İki bin senedir gençliğin kafasını meşgul eden, ancak gerçekleşmesi olanaksız tüm saçma fikirleri yok etmiştir. Çağdaşlarına nasıl düşünüleceğini öğretmiştir ve bu şekilde kendine ait silahları ona karşı kullanmalarına imkân vermiştir. Eğer Descartes iyi parayla ödeme yapmadıysa bile, sahte paraları ifşa ederek büyük bir hizmette bulunmuştur.

Gerçekte de O’nun felsefesini Sör Isaac Newton’unkiyle kıyaslamaya çok az insanın cesaret edeceğini düşünüyorum. İlki bir denemedir ama ikincisi bir başyapıttır. Ama bizi gerçeklik yoluna ilk getiren adam, muhtemelen sonrasında bizi aynı yoldan ilerleten adam kadar büyük bir dâhidir.

Descartes körlere görme kuvveti vermiştir. Bu kişiler, antik dönemin ve bilim dallarının hatalarını görmüştür. O zamandan beri ilerlediği yol sınırsız hale gelmiştir. Yıllar boyunca Robault’un küçük çalışması26, tam bir fizik sistemi olmuştur; ancak şimdi Avrupa’daki birçok akademinin tüm çalışmaları bir araya gelse bile bir sistemin başlangıcı kadarını meydana getirmemektedir. Bu dipsiz kuyu ölçüldüğünde dibi bulunamamıştır.

* Voltaire, İngilizlere Dair Mektuplar, New York: The Collier Pres, 1910, s.110-115.

Bu platformun teknik altyapısı Zekare Bilgi Teknolojileri tarafından sağlanmaktadır.