Carraralı Ubertinus’a Mektuplar*
Sağduyusu ve çalışmalarıyla öne çıkan muhterem büyükbaban I. Francesco, ebeveynin çocuklarına karşı üç temel görevi olduğunu söylerdi hep. Bu görevlerden birincisi, çocuğa onu utandırmayacak bir isim bağışlamaktır, der. Nitekim babaların çocuklarına belirli bir kapris veya aldırmazlık içinde veya aile ismini ebedileştirmek için isim vermek suretiyle onları hayatları boyunca üstlerine yapışıp kalacak bir talihsizliğe mahkûm ettikleri sıkça görülür. İkinci görev, çocuğunun seçkin bir şehirde yetişip büyümesini sağlamaktır. Bu durum, onun ileride sadece özsaygılı biri olmasına değil, bir babanın çocuğuna olan üçüncü görevinin de hakkıyla yerine getirilmesine hizmet eder. Söz konusu üçüncü görev, çocuğunun sağlam bir eğitim almasını sağlamaktır. Hiçbir servet veya ileri dönük hiçbir yaşam güvencesi, onun iyi bir eğitim alması ve kültürlü bir insan olarak yetişmesi kadar değerli bir hediye değildir. Çünkü çocuk, en mütevazı isimle bile ancak bu suretle temayüz eder ve hangi şehirde doğmuş olursa olsun, o şehrin gurur kaynağı olur. Şunu da unutmamalıyız ki, bir erkek talihsiz bir isim veya adı sanı olmayan bir yerle ilişkilendirilmek suretiyle aşağılanmaktan, bunlardan birini veya ikisini birden değiştirerek kurtulabilirse de, zamanında iyi bir eğitim almamış olmasına çare bulamaz. Dolayısıyla, bu imkân çocuğun yaşamının ilk yıllarından itibaren ona sunulmalı, kişiliği ve aklı gençken yoğrularak kalıcı bir biçimde eğitilmelidir.
Her ebeveyn için söz konusu olan bu görevler, yüksek mevkilerde olanlar için daha da büyük önem taşır. Çünkü bu insanların yaşamı, tabir yerindeyse, halkın gözetimine tabidir ve onlardan, haklı olarak, kendileriyle eşdeğer mevkileri işgal edenlerin liyakat ve kapasitelerini müşahede altında tutmaları beklenir. Dolayısıyla, Ubertinus, kuşaklar boyunca Padua’mız gibi kültürlü insanların yaşadığı antik bir kentin önde gelen ailelerinden birinin mensubu olarak, mükemmel bir eğitim almanın ne demek olduğunu en iyi sen bilirsin.8 Malum, ismimizi ve doğum yerimizi biz seçemeyiz ama tıpkı kişilik gibi, kendimizi geliştirmek bizim elimizdedir ve mükafatı bir o kadar kalıcıdır. Teşvike ihtiyacı olmayan birini teşvik etmeye çalıştığımın farkındayım… İlk başladığın gibi devam et, geçmiş performansını istikrarlı bir biçimde geleceğe taşı.
Gençlerin en iyi şekilde yetişmesi için hangi alanlarda ve nasıl bir eğitim görmeleri, günlük yaşamda neleri gözetip nelerden kaçınmaları gerektiğine dair, Öğrenim ve Hal ve Gidiş adlı risalemin temel ilkesini sana böylece aktarmış oldum. Sana yazdım ama bunlar yüksek amaçlar güden ve Tanrı’nın bahşettiği aklın hakkını vermek isteyen herkese açıktır. Zira hiçbir açık görüşlü (liberal) zihin, kolay kolay tembelliğe düşmez ya da vasat bir varoluşun içinde kaybolup gitmek istemez.
(…) Çocuklar, büyük ölçüde ailelerinin geleneksel disiplinine tabi olsalar da, kamu düzeninin denetiminden muaf değildirler. Çünkü çocukların nasıl eğitildiği, ailenin de ötesinde, devleti ilgilendirir. Devlet gençlerin iyi ve doğru eğitim almalarını, bazı yönleri itibariyle kendi sorumluluk alanının bir parçası olarak görür. Ben bu sorumluluk alanının genişlediğini görmek istiyorum. Gelelim ayrıntılara: Gençleri gençlikleri icabı günaha teşvik edebilecek olan şeylerden korumak gerekiyor. Malum, yaşamın her döneminin insanı günaha teşvik edebilecek nitelikte, kendine has özellikleri vardır. Erkeklik çağı tutku çağıdır, orta yaş ihtiras, yaşlılık ise tamah çağıdır. Genelliyorum tabii! Çocukluk çağında yapılan hataların birer denetim konusu olduğu açıktır. Çocukların safiyet düzeyini en yüksek mertebede tutabilmek için onların dans gibi, cinsellik çağrıştıran gösteriler gibi baştan çıkarıcı şeylerden uzak tutulmaları ve özellikle de bir kural olarak, kadın topluluklarıyla temastan alıkonulmaları gerekir. Kötü arkadaşlıklar kişiliği bozabilir. Zihinsel ve bedensel tembellik günah işlemeye zemin hazırlar. İçe kapanıklık ve çekingenlik terbiye edilmeli, bunlara asla izin verilmemelidir. Çocukta zararlı imgeleme, bunalım, huysuzluk ve öfke sağlıklı arkadaşlıklara ihtiyaç duyduğuna işaret eder. Çocuğun en iyi özelliklerinin ortaya çıkıp ifade bulabilmesi için doğru eğitmen ve arkadaş seçimi yapılmalıdır ki, olası olumsuzluklar, örnek teşkil etmek suretiyle baştan itibaren baskılanabilsin. Çok yemek, çok içmek, çok uyumak gibi her türlü ifrat, çocuğun kendine özgü ihtiyaçları göz önünde bulundurularak baskılanmalı, bedene iyi davranılmalı ama şımartılmamalıdır. Çocukların şarap içmesine gelince, ben olsam yasaklar veya çok az miktarlarda ya da suyla karıştırarak verirdim. Bir çocuk asla tıka basa yiyip içmemeli, gereğinden fazla uyumamalı ve buna asla izin verilmemeli, özdenetimin bir alışkanlık haline gelmesi sağlanmalıdır. Hepsinden önemlisi, çocuğa erken yaştan itibaren ilahi yasalara saygı duymayı öğretmektir. Bunu yaparken çocuğun mizacı dikkate alınmalı, onu zorlamak suretiyle saygının mantıksız bir batıl inanca dönüşmesine izin verilmemelidir, zira bu imandan ziyade itaatsizliğe yol açar. Çocuğa küfrün en büyük günah olduğu öğretilmeli, kibir ve Kilise ayinlerine saygısızlık sert bir biçimde baskılanmalıdır. Bu konuda antik çağdan kalma güzel bir örnek vardır: Romalı senatörler, Şehrin Babaları, Senato binasına giderken onlara gençler eşlik ederdi. Bu gençler müzakereler bitinceye kadar kapıda bekler, sonra yine onlara evlerine kadar eşlik ederlerdi. Romalıların gençlerde dayanıklılık ve sabır geliştirmek için uyguladıkları bu talim hayranlık vericidir. Çocukların benzer bir saygıyı misafirlere de gösterilmeleri sağlanmalı, onlara yaşlıların, akranlarının ve kendilerinden küçük olanların uygun biçimlerde nasıl selamlanacağı öğretilmelidir. Bu gibi hususlarda düzgün davranış sergilemek herkesin hoşuna gider, hele de bu davranışı, atlı arabasında hem belirli bir saygınlık hem de doğal bir dinginlik içinde oturmak zorunda olan, prensin oğlu sergiliyorsa! Davranış kurallarının ayrıntıları gözlem yoluyla ve eğitimle öğrenilir; bu eğitim, elbet, çocuğun doğal davranışlarının düzeltilmesini, şekle sokulmasını gerektirecektir. Ne var ki, bir şehrin veya devletin yönetimine talip olanlar için bu şarttır…
Vergerio, bu noktadan sonra, kendi kendini aldatma ve pohpohlanma konularında uyarılar yaparak, genç erkeklerin derslerine daha iyi odaklanabilmeleri için evden uzak bir yerde eğitim görmelerini öğütler ve müfredat konusunu ele alır.
Beşeri ilimlere liberalia studia9 diyoruz, çünkü liberter10 insan bunu hak ediyor. Bizler bu alanda öğrenim görmek suretiyle akil ve erdemli olmayı öğreniyor ve bunun tatbikatını yapıyoruz. Bu eğitim Tanrı’nın insanoğluna bahşettiği bedeni ve zihni uyandırıp çalıştırmak ve geliştirmek suretiyle bizi yüceltir, bizi saygınlık ve erdem sahibi insanlar yapar. Kaba bir mizacın hedefi kazanmak ve zevk için yaşamaksa, onurlu bir mizaç ahlaki değerler, şan ve şeref için yaşar. O halde, bu amacın çocuğun zihninde erken yaştan itibaren canlı tutulması son derece önemlidir. Şunu tam bir inançla söyleyebilir ve sizi temin ederim ki, böylesi bir arayışa en küçük yaştan itibaren girmemiş olsak, ilerleyen yıllarda edindiğimiz bilgeliği edinemezdik...
Vegerio, bundan sonra öğrencilerin başarısızlık nedenleri üstünde durur ve antik çağın edebi mirasının önemine dair kısa bir giriş yapar.
Bu paha biçilmez hazineyi çocuklarımıza bozmadan, olduğu gibi aktarmanın başlıca görevimiz olduğunu düşünüyorum. Geçmiş çağın cehaleti, o uzun ve saygıdeğer yazarlar listesinde bile bile pek çok gediğin açılmasına yol açmıştır! Kitapların kısmen veya tamamen yok olup gitmesine göz yumulmuştur. Kalanların çoğu acınacak denli bozulmuş, kesilip biçilmek suretiyle sakatlanmış ve bütünlüğünü yitirmiş durumdadır. Roma tarihinin kayda değer bir kısmını Yunanca yazılmış bir eserden okuyarak öğrenmek hiç de kolay değildir. Daha da kötüsü, bir zamanlar soyumuzun da günlük konuşma dili olarak Latince kadar aşina olduğu Yunancanın, Yunanlı çocuklar için bile yok olup gitmek üzere olmasıdır… Ta ki içimizden birileri, unutuştan yansıyacak bir yankılama olsa bile, gecikmeksizin bir şeyleri kurtarmaya çalışsın.
Geldik Beşeri Bilimler adı altında yer alabilecek konulara: Bence Tarih birinci sırada olmalı, çünkü hem çok cazip hem de işe yarar; hem bilimadamlarına hem devlet adamlarına lazım. Liberalia studia bağlamında tuhaf gelebilir ama ikinci sırada Ahlak Felsefesi var, çünkü bu disiplin gerçek özgürlüğün sırrını öğretir. O halde Tarih, felsefenin telkin ettiği kuralları, somut örneklerle ortaya koyar. Biri insanoğlunun ne yapması gerektiğini söyler, diğeri geçmişte ne dediğini ve ne yaptığını anlatarak, bugüne dönük dersler çıkarmamızı sağlar. Üçüncü ana konu, bence Hitabet’tir ki, rafine/güzel sanatlar arasında apayrı bir yeri vardır. Felsefe yoluyla şeylerin özüne dair gerçekleri öğrenir, hitabet yoluyla farklı zihinlere inanç aşılarız. Tarih tecrübenin ışığını yansıtır ve mantığın gücüyle hitabetin ikna kabiliyetini tamamlayarak, bir bilgelik bütününün ortaya çıkmasına yol açar. Sağlam muhakeme, akil konuşma ve ahlaklı davranışı, açık görüşlülüğün bileşenleri olarak değerlendiriyoruz.
Yunanlıların çocuklarının eğitimi için şu dört konuya önem verdikleri söyleniyor: yazın, jimnastik, müzik ve çizim. Ta ki yazıyla ilişkili olsun, bizde çizimin yeri yok. Çizimi ressamlığın bir parçası olarak görüyoruz ve bizce sanatsever Yunanlılar gereğinden fazla önem vermişler.
Ama yazın sanatı bambaşka bir şey, tüm zamanlara ve her türlü duruma, yeni bilgilerin araştırılmasına veya eskinin yeniden biçimlendirilerek kullanılmasına hizmet eden bir öğreti. Bu nedenle, gramere ve kompozisyon kurallarına ilk baştan itibaren önem verilmelidir, çünkü Edebiyat’ın temelini oluştururlar. Münazaranın da bunlarla yakın ilişkisi vardır. Münazarada amaç, konuşmada neyin doğru, neyin safsata olduğunun ayırdına varabilmektir. Mantık, her ne konuda olursa olsun, sahici öğrenim metodunun temellendiği disiplindir. Bir sonraki sırada Retorik var. Retorik, hiç şüphe yok ki düzgün bir eğitimin olmazsa olmazıdır, çünkü Hitabet sanatını öğretir. Nitekim Hitabet, özellikle sosyal yaşamdaki önemi nedeniyle müfredatımızda üçüncü sırada yer almaktadır. Maalesef günümüzde eskisi kadar önemsenmemekte; ne mahkeme salonunda, ne Meclis’te, ne sunumda, ne münazarada, ne de ikna etmek için kullanılmakta; hız, basitlik ve sadelik tercih edilmektedir. Büyükbabalarımıza ve kullandıkları dile şan ve şöhret kazandıran belagat, bugün hor görülmekte. Ne ki, şayet gençlerimiz eğitimli olmakla övüneceklerse, bu alanda da atalarına benzemek, onlarla rekabet etmek durumundadırlar.
Sırada, gündelik yaşamda değer atfedilmese de Hitabet’e katkısı itibariyle önem verdiğimiz Şiir ve Şiirsel Sanatlar var. Şiir ve Şiirsel Sanatların varoluşun hoş yanlarıyla ilgilendiği de ayrı bir gerçek.
Müziğe gelince, Yunanlılar şarkı söyleyemeyen veya herhangi bir müzik aleti kullanmayanı “eğitimli” addetmiyordu. Sokrat, ileri yaşlarda müzik aleti çalmayı kendi kendine öğrenerek Yunan gençliğine örnek olmuş, müziğin duyulara/duygusallığa hitap etmenin ötesinde, ruhun ahengine hizmet ettiğine işaretle müzik öğrenimini teşvik etmişti. Müzik, sağlıklı bir eğlence aracı olarak öğretiliyor olsa da, aslında hem pratik hem teorik olarak eğitimde yeri olan gerçek bir liberalia studiadır.
Rakamların/sayıların nitelikleriyle uğraşan Aritmetik ve boyutların, çizgilerin, yüzeylerin ve üçboyutlu cisimlerin özellikleriyle uğraşan Geometri, ağırlıklı öğrenim alanlarıdır, zira tuhaf bir kesinlik unsuru içerirler. Yıldız hareketleri, yıldızların büyüklükleri ve aralarındaki mesafeleri konu alan Yıldızbilim yüzümüzü gökyüzünün sükûnetine çevirmemizi sağlar. Böylelikle sabit yıldızlar veya gezegen kavuşumları üstünde düşünür, güneş ve ay tutulmalarını önceden bilebiliriz. Doğadaki canlı ve cansız varlıkların, dünyadaki ve gökyüzündeki şeylerin özelliklerini ve tabi oldukları yasaları, bunların nedenlerini, değişim ve dönüşümlerini, etkilerini, özellikle de kerametlerini (ki varsayılıyor) keşfedip öğrenmek, gençler için en yararlı ve zevkli öğrenim alanlarıdır. Bunlara üçboyutlu cisimlerin ağırlığına dair araştırmaları da ekleyebiliriz ki, matematikçiler buna Perspektif diyor.
Burada şu üç büyük mesleğe kısacık değinmeden edemeyeceğim: Tıp, Hukuk ve İlahiyat. Bir uygulamalı bilim dalı olan Tıp, şüphesiz öğrenciler için çok cazip, ama liberal olarak tanımlanamaz. Hukuk, ki ahlak felsefesine temellenir, saygın bir meslektir ve bir eğitim alanı olarak her türlü saygıyı hak eder; ne var ki, uygulanış şekli itibariyle ticarete dönmüştür. Öte yandan, İlahiyat sadece katıksız/saf bir zekânın algılayabileceği duyu ötesi konularla ilgilenir.
(…) Böylece, başlıca “disiplinler”in üstünden geçmiş olduk. “Liberal” bir eğitimin söz konusu tüm alanlara vakıf olmayı gerektirdiği düşünülmemelidir, çünkü bunlardan sadece birinde bile uzmanlık kazanmak, bazen tüm bir yaşama mal olur. Tıpkı servet gibi, burada da çoğumuzun mütevazı bir kapasiteyle yetinmek durumunda olduğunu bilmeli, bunu kabullenmeliyiz. Bilmeden seçim yapmak zor olsa da, aklımıza en çok yatan alanı seçmeliyiz. Bu seçim, bir ölçüde seçimi yapacak olanın kişiliğine ve zihinsel özelliklerine bağlı olacaktır…
Vergerio, burada bazı öğrencilerin kolay, bazılarının zor konuları seçtiklerine değinip nedenlerini irdelerken eğitimin ne işe yaradığını anlatır.
Beşeri Bilimler’in eğitimdeki yerine önem atfeder ve saygı duyarken Aristo’yu hatırlamak gerek. Aristo, Beşeri Bilimler’in yaşama dair tüm ilgi alanlarını kapsamasını/içermesini istemez, insanoğlunu doğası itibariyle bir yurttaş, yani devletin faal bir unsuru olarak görmekte ısrarlıdır. Nitekim kendini bilime veya kurgusal düşünceye vermiş bir insan kendini önemsediği için, bir yurttaş veya bir prens olarak işe yaramaz…
Vergerio, bu bölümün sonunda formel eğitimle askeri eğitim arasındaki ilişkiyi tartışmaya geçmeden önce, öğretmen/hoca seçimi, öğrenme hızı, öğrencilerin öğrenim kapasiteleri arasındaki fark, öğrenciyle ilgili olarak ebeveynle görüşme, fikir ayrılıkları ve iyi ders çalışma alışkanlıklarından bahseder.
Alan seçimi konusunda yazarken aklımda özellikle de mizacı itibariyle askerlikten ziyade yükseköğrenime eğilimli olanlar vardı. Sağlam/faal bir beden ile dinç/canlı bir zihnin birleştiği yerde, gerçek eğitim her ikisini de etkin bir biçimde eğitmeyi amaçlar ki, zihin/mantık bedeni akıllıca denetlesin ve beden buna itaat etsin… ve elindeki silahla hakkını mı korumalı, yoksa şan şeref veya güç adına adam mı öldürmeli, bilsin! Bu itibarla, bir prensin eğitimi özellikle önemlidir, çünkü savaş sanatı kadar, sulh sanatına da vakıf olmalıdır. Müthiş bir asker ve bir prens olan Büyük İskender, Homer’in öğrencisiydi ve Büyük İskender, onun tüm mısraları içinde, Agamemnon’dan kahraman bir kral olarak bahsettiği ve bu yüzden gerçek bir lider olduğunu söylediğini mısraları seçmişti.
Savaş dayanıklılık kadar hüner gerektirir. Dolayısıyla, bir asker, erken yaştan itibaren mahrumiyete ve zorluğa alıştırılmalıdır ki, büyüyünce askerliğe katlanabilsin…
* Vittorino da Fltre and Other Humanist Educators, Cambridge University Press, 1897.
Klasik öğrenime duyulan heves, İtalya’ya özgü değildi. On Beşinci yüzyılın sonlarından itibaren Alplerin kuzeyine de yayılmıştı; 1500’lere gelindiğinde Fransız bilimadamları klasiklere duyulan heyecanı da, öğretim tekniklerini de Paris Üniversitesi’ne taşımışlardı. John Colet11 gibi İngilizler İtalya’ya gitmiş, buradaki gelişmelerden esinlenerek kendi ülkelerindeki geleneksel uygulamaları değiştirmeye girişmişlerdi. Dahası, kuzeyli İnsancılar öğrendiklerini İncil’e ve erken dönem Kilise Babalarının yazılarına ve pagan metinlerine de uygulamaya başladılar.
Desiderius Erasmus (1466-1536) Hıristiyan İnsancılar olarak adlandırılan grubun en ünlü, en yaratıcı ve On Altıncı yüzyılın başları itibariyle kuşkusuz en etkin üyelerinden biriydi. Adagia adlı eseri, ki antik çağ yazarlarının bilge sözlerini bir araya getiren bir antolojidir, zamanında her eğitimli insanın başucu kitabı olmuştu. Erasmus’un Aziz Jerome ve diğer Kilise Babalarının yazılarını ve Yeni Ahit’in Yunanca versiyonunu bastırmış olması, ne denli büyük bir âlim olduğuna işaret eder. Enchridion militis Christiani adlı çalışması uygulanabilir nitelikli meziyetlere vurgu yapar, en ünlü eseri Deliliğe Övgü [Morias enkomion seu laus stultitiae] zamanın akılsızlıklarını ve kötülüklerini hicveder, Colloquia12 ahlaki eğitim ile amel arasındaki çelişkilere işaret eder. Textus Receptus13 adlı eseri, On Altıncı yüzyılın başlarında Hz.İsa’nın yaşamı ve öğretilerinin ne anlama geldiğine dair yeni bir bakış açısıdır.