Bir “Yeniden Doğuş” (Rönesans) Kavramı
Giorgio Vasari (1511-74) “rinascita,” rönesans, kelimesini yazılı metinde kullanan ilk yazardır. İtalya’nın ilk sanat tarihçisi, nispeten meşhur bir mimar ve ressam olan Vasari, ününü Le Vite delle più eccellenti pittori, scultori, ed architettori (En Mükemmel Ressam, Heykeltıraş ve Mimarların Hayatı) adlı eserine (1550) borçludur. Yukarda yaşamını kısmen okuduğumuz Cosimo Medici’ye ithaf edilmiş eser, sanatta kullanılan teknikleri anlatır. Orta Çağ sanatına ilk başkaldırıdan, yani Michelangelo’dan başlayarak İtalyan Rönesans sanatını organik bir bütün olarak inceler. Aşağıdaki metin, Vasari’nin bu eserinin önsözünden alınmıştır.
En Mükemmel Ressamların, Heykeltıraşların ve Mimarların Hayatları*
Sanırım bu konuyu dikkatle inceleyen herkes benimle aynı sonuca varır: Sanatın kaynağı doğanın kendisidir, bu güzel yaratım ile Dünya bize ilk modeli vermiştir ve ilk öğretmen de bizi diğer hayvanlardan üstün yaratan ilahi zekâdır, yani Tanrı’dır. Bizim zamanımızda görüldü ki, umarım kısaca anlatabilirim, neredeyse vahşi doğaya bırakılan sıradan çocuklar bile kendiliğinden resim yapmaya başlamıştır; kendi doğal dehâları sayesinde sadece doğanın o güzel resim ve heykellerini taklit etmişlerdir. Bu nedenle, ilahi doğasından daha az uzaklaştırılan ilk insanın mükemmelliğe daha yakın olması, daha parlak bir zekâya sahip olması ve doğa gibi bir kılavuz ve Dünya kadar güzel bir model sayesinde bu asil sanatlara yönelmişlerdir; zaman içinde olgunlaşan eserleri küçük başlangıç denemelerinden mükemmelliğe erişmiştir. Bunları icat eden bir kişi olması gerektiğini inkâr etmiyorum, çünkü iyi biliyorum ki birileri sayesinde bir başlangıç noktası olmalıdır. (...)
Ancak antik döneme ait olduklarından çok muğlak olan bu meseleleri şimdilik geçelim ve daha net sorularla ilgilenelim; yani sanatların mükemmelleşme süreci, düşüş dönemi ve ardından yeniden iyileştirilmeleri yahut rönesansı... İşte bunlardan bahsedersek daha sağlam bir zemin üzerinde devam edebiliriz. Sanat Roma’da geç başladı, söylendiğine göre ilk figürler Ceres’in metalden yapılma tasvirleriydi ve kral olabilmek amacıyla komplolar kurduğu için babası tarafından hiçbir pişmanlık duyulmadan ölüme mahkûm edilen Spurius Cassius’a aitlerdi. Ancak resim ve heykel, on iki sezardan sonuncusunun ölümüne kadar çok gelişmiş olsa da başarılı imparatorların dönemlerindeki binalarda örneklerini gördüğümüz karakteristik özellikleri olan mükemmelliklerini koruyamadılar. Bundan sonra sanatlar günden güne düşüşe geçti, aşamalı olarak tasarımlarındaki mükemmelliği tamamen kaybettiler. Konstantin döneminde Roma’da yapılan heykel ve mimari eserler bunun açık bir delilidir. (...)
Feleğin çarkı bazen keyif için bazen de pişmanlıktan, en yukarı çıkardığı insanları döndürüp en aşağıya indirir; gün geldi dünyanın çeşitli yerlerindeki tüm barbar milletler Roma’ya karşı ayaklandı. Bunun neticesinde o büyük imparatorluk hızla yıkıldı, hatta Roma bile yerle bir oldu. Bu yıkılış o mükemmel sanatçıları, heykeltıraşları, ressamları ve mimarları, eserleriyle birlikte o kutlu şehrin yıkıntı ve enkazının altına gömdü. (...) Ancak bu güzel sanatların aleyhindeki en zararlı ve yıkıcı güç, yeni Hıristiyan dininin coşkun hevesiydi; uzun ve zalim bir sürtüşmeden sonra birçok mucize ve amellerin içtenliği sayesinde kâfirlerin eski inancını yendi ve yok etti. Hatalara sebep olabilecek en ufak şeyler bile kaldırıldı ve insanların hayatından tamamen çekilip çıkarıldı; yani sadece muhteşem anıtlar, heykeller, resimler, mozaikler ve asılsız pagan tanrıların süsleri yok edilmekle kalmadı; mükemmel kişilerin hatırasına onları onurlandırmak için Antik Çağın erdemli dönemlerinde kamusal alanda yapılan anıt ve diğer hatıralar da yok edildi. (...)
Kendi barbar milletleri için, “gotik” dediğimiz stilde, bizim asri gözle bugün komik bulduğumuz ama kendilerinin hayran olduğu binalar yaratan yeni mimarlar doğdu. (...)
Belli yerlerin havasında var olan bazı niteliklerin yardımıyla büyüyüp gelişen ve bu kaba stilin kendilerine bulaşmasını engellemiş birkaç ruh mevcuttu; Toscana güneşinin mütemadiyen ürettiği bu nitelikli zihinlerden birkaçına 1250 yılında gökler merhamet gösterdi ve onları orijinal biçimlere yönlendirdi. Önceki nesiller, önlerinde Roma’nın yaşadığı yağma, saldırı ve yangınlardan artakalan kemerler, büyük heykeller, anıtlar, sütunlar ve yontulmuş taşlar olmasına rağmen, bahsettiğimiz döneme kadar bunlardan yararlanamamış veya onlardan bir fayda sağlayamamıştır. Daha sonra gelenler iyi ile kötüyü ayırt etmeyi başarmış ve eski stili bırakarak tüm gayret ve güçlerini antik stili kopyalamaya yönlendirmişlerdir. Antik ile eski arasında nasıl bir ayrım yaptığımı şöyle açıklayabilirim: Konstantin’den önce ve Neron, Vespasianus, Traianus, Hadrianus ve Antoninus’un hüküm sürdüğü günlere kadarki dönemde Korint, Atina, Roma ve ünlü diğer şehirlerde üretilmiş eserlere “antik” diyorum; “eski” dediklerim ise Aziz Silvester zamanında varlıklarını sürdüren ve sanatları boyamaktan ziyade gölgelendirmek ve renklendirmekten oluşan Yunanlılara atfedilen eserler. (...)
Şu ana kadar heykelin ve resmin kaynağı hakkında, belki de bu aşamada gerekli olmadığı kadar çok konuştum. Sanatı bu kadar çok sevdiğim için değil, bugünkü sanatçılara küçük başlangıçların nasıl en yüksek zirvelere çıkmayı sağlayabildiğini ve asilken tamamen harap bir hale düşülebileceğini ve buna bağlı olarak bu sanatların doğan, büyüyen, yaşlanan ve ölen insan vücudu örneğinde gösterilen doğayı nasıl taklit ettiğini göstererek yardım etmek istedim; umarım böylece sanatların rönesansının gelişim sürecini ve bugün içinde bulundukları mükemmeliyeti daha rahat tanıyabilirler. Eğer yeniden, Tanrı korusun, böyle şeyler yaşanırsa ve insanların ihmali, yaşanılan çağın kötülüğü yahut dünyadaki şeylerin sabit kalmasını pek de istemediği anlaşılan göklerin takdiri yüzünden sanat harap ve dağınık bir duruma düşerse, benim bu çalışmalarım (...) sanat yerini koruyabilir ve daha iyi ruhları biraz cesaretlendirmek için her türlü yardımı sağlayabilir. (...)
* Giorgio Vasari: En Mükemmel Ressamların, Heykeltıraşların ve Mimarların Hayatları, (çev. Everyman’s Library; yay. E. P. Dutton & Co., Inc., New York) I. cilt, s. 5-6, 9-10, 12, 17,19. Telif hakkı: 1927, J. M. Dent & Sons Ltd. J. M. Dent & Sons Ltd. izniyle yeniden basılmıştır. E. P. Dutton & Co., Inc., New York.