Yaratıcı Evrim
Yirminci yüzyılın ilk yıllarında irrasyonalizmin gittikçe artan beğenirliğini ikna edici ve mantıklı bir dille ifade eden, College de France’da felsefe profesörü olan Henri Bergson (1859-1941) geniş bir kitleye ulaşır. En ünlü çalışması Yaratıcı Evrim [L’Evolution créatrice, 1907] modern biyoloji dilinde yazılmış olmasına karşın, zekâya ve bilimsel yönteme karşı güvensizliği nedeniyle Romantikler tarafından yüceltilmiştir. Bergson’un “evrimsel harekette içkin ve temel olanı” arayışında ortaya attığı “yaşamsal güç” tanımı, Bergson ekolünün parolasını oluşturur.
Bilimin Batı Felsefesinden Aldığı Bakış Açısı, Doğanın Bilimsel Olarak Anlaşılması İçin Yeterli Midir?
Henüz tamamlanmayan yaşamın evrimi, omurgalılardan insana doğru yükselen bir çizgi doğrultusunda kesintisiz ilerlemeyle zekânın nasıl oluştuğunu göstermektedir. Anlama yeteneğinde canlıların bilincinin kendileri için hazırlanan var olma koşullarına daha kesin, daha karmaşık ve esnek uyarlaması olan eylem yeteneği ilavesini bize göstermektedir. Bu nedenle, kelimenin dar anlamıyla, zekâmızın vücudumuzun çevresine en iyi şekilde uymasını, dış maddelerin aralarındaki ilişkiyi temsil etmesini, kısacası maddeyi düşünmesini sağlamak amacında olduğu sonucu çıkmaktadır. Aslında, bu sonuç şu an okuduğunuz yazının sonuçlarından biri olacaktır. İnsan zekâsının cansız nesneler arasında, özellikle de eylemlerimizin dayanak noktalarını ve meşguliyetimizin araçlarını bulduğu katı maddeler arasında kendini evde gibi hissettiğini; kavramlarımızın katı maddeler modeline dayanarak oluşturulduğunu; mantığımızın en iyi şekliyle katı madde mantığı olduğunu ve sonuç olarak zekâmızın, mantıklı düşüncenin düzensiz cisimle benzerlik gösteren ve deneyimle ufacık bir temas sonrasında keşiften keşfe gidebilmek için zekânın kendi doğal akışını takip etmesi gereken geometride başarılı olduğunu görmeliyiz.
Fakat bundan sonra düşüncemizin, tamamen mantıklı şekliyle, yaşamın gerçek doğasını ve evrimsel hareketin gerçek anlamını temsil edemeyeceği gerçeği gelmelidir. Yaşam tarafından belirli şartlarda belirli şeylerde hareket etmek üzere yaratılmışken sadece bir yayılması veya yönü olan yaşamı nasıl tamamen kapsayabilir? Evrimsel hareketin kendi yolu boyunca biriktirilirken evrimsel hareketin kendisine nasıl uygulanabilir? Ayrıca parçanın bütüne eşit olduğu, sonucun sebebi tekrar emebileceği veya sahilde bırakılmış bir çakıl taşının onu oraya getiren dalganın şeklini gösterdiği ileri sürülebilir. Aslında, düşüncemizin bir kategorisinin bile, birlik, çok katlılık, mekanik arıza, zekâ, katiyet vs, gibi yaşamın maddeleri için tam olarak geçerli olmadığını hissediyoruz. Bireyselliğin nerede başladığını ve bittiğini, canlının tek ya da birçok olduğunu, hücrelerin mi birleşerek organizmayı meydana getirdiğini ya da organizmanın mı kendini hücrelere ayırdığını kim söyleyebilir? Canlıları boşu boşuna kalıba sokmaya zorluyoruz. Bütün kalıplar çatlıyor. Kalıplar, içine koymaya çalıştıklarımıza göre çok dar, her şeyden önce çok bükülmezdirler. Durağan maddeler arasında kendinden oldukça emin olan muhakememizi bu yeni zeminde kendini kolaylıkla rahatsız hissetmektedir. Tamamen muhakemeye bağlı olarak biyolojik bir buluştan bahsetmek zor olacaktır. Genellikle, deneyim, sonunda bize yaşamın belirli bir sonuç elde etmek için nasıl işlediğini gösterdiğinde, bunun daha önce hiç düşünmediğimiz şekilde işlediğini görürüz.
Fakat evrimci felsefe, düzensiz madde durumunda başarılı olan aynı açıklama yöntemlerini yaşam maddelerine yaymakta tereddüt etmemektedir. Zekâ da belki de kazara olan ve canlıların eylemlerine bağlı olarak dar bir yolda geliş ve gidişlerini aydınlatan bir alevin, evrimin yerel etkisini bize göstererek başlar ve işte bize daha yeni anlattığı şeyi unutarak yolda parlayan bu feneri Dünyayı aydınlatacak bir Güneş haline getirir. Kavramsal düşüncenin güçleriyle beraber cesur bir şekilde her şeyin, hatta yaşamın yeniden inşası için ilerler. Yolu boyunca öylesine korkunç zorluklara çarpar, mantığının öylesine çelişkilerde son bulduğunu görür ki hemen ilk amacını ilan eder. “Yeniden inşa edeceği şey artık gerçeğin kendisi değil sadece gerçeğin bir taklidi veya sembolik bir görünüşüdür; maddelerin özü bizden kaçar ve her zaman kaçacaktır; ilişkiler arasında hareket ederiz; mutlak olan bizim bölgemizde değildir; bilinmeyenin önünde durduruluruz” der. Fakat insan zekâsı için çok fazla gururdan sonra bu durum gerçekten büyük bir alçakgönüllülüktür. Canlının zekâ şekli, belirli bedenlerin ve onların maddi çevrelerinin karşılıklı eylemleri ve tepkilerine göre şekilleniyorsa neden bize bu bedenlerin neden yapıldığının özüne dair bir şeyler açıklamasın? Eylem gerçek dışında hareket edemez. Düşünmek veya hayal kurmak için doğmuş bir aklın gerçekliğin dışında kalabileceğini, gerçeğin şeklini bozacağını veya dönüştüreceğini, belki de hayal gücümüzün geçen bir buluttan insan ve hayvan şekilleri yaratması gibi yaratacağını kabul ediyorum. Eylemin gerçekleşmesi ve tepkinin takip etmesinde kararlı ve her an değişen bir izlenimi elde etmek amacında olan bir zekâ, mutlak bir şeylere dokunan bir zekâdır. Felsefe bize hangi çelişki ve kurgularla karşılaştığını ve nasıl çıkmazlara girdiğini göstermeseydi bilgimizin bu mutlak değerinden şüphe etme fikri hiç aklımıza gelir miydi? Fakat bu zorluklar ve çelişkiler tamamen düşüncemizin olağan şekillerini işimizin olmadığı ve bu yüzden de kalıplarımızın yapılmadığı nesnelere uygulamaya çalışmamızdan kaynaklanır. Belirli bir yöne veya durağan bir maddeye ilişkin olduğu sürece zihinsel bilgi, tam tersine belirli nesne üzerine basmakalıp bir sınıfa sokulmuş şekilde o nesnenin sadık bir izlenimini vermelidir. Sadece bir şekilde bize yaşamı yani basmakalıp levhanın yaratıcısını sunduğunu iddia ederse ilişkili hale gelir.
O zaman yaşamın derinliklerine inmeyi bırakmalı mıyız? Anlayışın bize sunduğu yaşamın bütün eylemini yaşamın sadece kısmi ve yerel bir dışavurumu ve hayati sürecin bir sonucu ya da yan ürünü olan belirli bir insan eylemine indirgediği için özünde yapay ve sembolik olan mekanik fikri korumalı mıyız? Aslında yaşam, saf anlayışları yani geometricileri üretirken sahip olduğu bütün fiziksel olasılıkları kullandıysa öyle yapmak zorunda olmalıyız. Fakat insanda biten evrim çizgisi tek değildir. Ondan ayrı diğer yollarda da kendilerini harici sınırlamalardan kurtaramamış veya insan zekâsının yaptığı gibi kontrolü yeniden ele alamamış fakat yine de evrim hareketinde içkin ve asıl olan bir şeyleri ifade eden başka bilinç formları geliştirilmiştir. Diğer bilinç formlarının bir araya getirildiğini ve zekâyla birleştirildiğini düşünün; sonuç yaşam kadar kapsamlı bir bilinç olmaz mı? Arkasında hissettiği yaşam dürtüsüne aniden arkasını dönen bu tür bir bilinç, görüntüler geçici olsa bile bütün yaşam görüntüsünü elde eder, değil mi?
Bilincin diğer formlarını hâlâ kendi zekâmızla ve zekâmız aracılığıyla gördüğümüz için zekâmızı aşmadığımız söylenecektir. Saf zekiler olsaydık ve kavramsal ve mantıklı düşüncemiz etrafında zekâ dediğimiz parlak çekirdeğin oluşturulduğu özden yapılan belirsiz bir bulutluluk olmasaydı bu doğru olurdu. Orada anlayışın sadece kendi içimizde kapalı bulunduğumuzda belli belirsiz hissettiğimiz fakat kendilerini işbaşında yani doğanın evriminde hissettiklerinde açık ve belirli hale gelen belirli tamamlayıcı güçleri bulunur. Bu nedenle, yaşamın kendi yönünde yoğunlaşmak ve yayılmak üzere ne tür bir çaba sarf etmeleri gerektiğini öğreneceklerdir.
Bu, bilgi teorisi ile yaşam teorisinin bize ayrılmaz göründüğünü söylemek anlamına gelir. Bilgi eleştirisinin eşlik etmediği yaşam teorisi var olduğu sürece anlayışın düzenine koyduğu kavramları kabul etmek zorundadır: gönüllü olsun olmasın, olguları esas olarak gördüğü önceden var olan çerçevelerin içine koymaktan başka seçeneği yoktur. Bu nedenle, pozitif bilim için uygun hatta gerekli olan fakat amacının doğrudan görünüşü olmayan bir sembolizm elde eder. Diğer taraftan yaşamın genel evrimi içinde zekânın yerini almayan bilgi teorisi ne bilgi çerçevelerinin nasıl inşa edildiğini ne de nasıl yayıldığını veya ötesine geçtiğini öğretecektir. Bu iki sorgunun yani bilgi teorisi ve yaşam teorisinin, birbirine katılması ve dairesel bir süreçle sürekli şekilde birbirini itelemesi gerekmektedir.
Birlikte, deneyime daha yakın hale getirilen daha güvenli bir yöntemle felsefenin yarattığı büyük sorunları çözebilirler çünkü ortak girişimlerinde başarılı olurlarsa bizlere zekânın oluşumu ve böylece zekâmızın genel yapılanışını takip ettiği maddenin kökenini gösterebilirler. Doğanın ve zihnin en uç köküne kadar araştırabilirler. Spencer’ın zaten evrimleşmiş güncel gerçekliği, kendisi kadar evrimleşmiş ufak parçalara bölmeyi ve daha sonra bu parçalarla onu yeniden birleştirmeyi bu yüzden açıklanacak her şeyi önceden varsaymayı kapsayan yanlış evrimciliğini, gerçekliğin oluşumu ve gelişiminde takip edilebileceği doğru evrimcilikle değiştirmektedir.
Fakat bu tür bir felsefe bir günde yapılmayacaktır. Her biri dâhi bir kişinin bireysel çalışması olan ve bir bütün olarak meydana gelen, benimsenen veya bırakılan tam adıyla felsefe sistemlerinin aksine sadece, birçok düşünürün ve ayrıca gözlemcinin birbirilerini tamamlayarak, düzelterek ve geliştirerek kolektif ve ilerlemeci çabasıyla oluşturulacaktır.
* Henri Bergson Creative Evolution kitabından, sf. xix-xxiv, 1938 Holt, Rinehart ve Winston, Inc tarafından yenilendi.