Antik Dönemin İtibarı
Petrarca’nın (1304–74) ciltler dolusu yazışmalarının içinde, bazı klasik yazarlara hitaben yazılmış mektuplar da bulunmaktadır. Aşağıda bazılarını sunduğumuz bu mektuplar, On Dördüncü yüzyıl insancılarının Antik Dönem Latin edebiyatına duydukları büyük heyecanı açıkça göstermektedirler.
De Viris Ilustribus [Ünlü Kişiler Üzerine]*
Ey Roma belagatinin yüce babası! Sadece ben değil, Latin dilinin zarafetinden zevk alan herkes sana müteşekkirdir. Çayırlarımızı canlandırmak için su çektiğimiz kaynak sensin. Açıkça itiraf ediyoruz ki, senin kılavuzluğunda yürüyor, senin hükümlerinden yardım alıyor, senin nurunla aydınlanıyoruz ve en önemlisi, deyim yerindeyse, senin himayende yazar olma yeteneğini (eğer varsa) kazandım ve amacıma ulaştım.
Ancak şiir ülkesinde ikinci bir kılavuz daha mevcuttu. Durumun doğası gereği iki kılavuza ihtiyacım vardı; birini nesirin engelsiz yollarında takip edecektim, diğerini nazımın kısıtlı yollarında. Belagati ve şiiri nedeniyle hayran olacağım iki kişiye ihtiyacım vardı. (...)
Diğer kılavuzumun kim olduğunu mu soruyorsun? Adını duyar duymaz kim olduğunu anlayacaksın. Bir Mantua vatandaşı olan, çok büyük işler yapacağını senin de tahmin ettiğin Publius Vergilius Maro24 da benim diğer kılavuzumdur. Onun adını seni okurken öğrendik; onun gençlik dönemindeki çabalarına hayran olmuş ve adını öğrenmek istemiştin, genç adamı görünce de mutluluğunu ona bildirmiştin, sonraki yıllarda da hayranlığın artmıştı. Tükenmez belagat kaynağından aldığın kelimelerle onun hakkında bir hüküm verdin, kendini de övmene rağmen onun hakkında söylediklerin onurlandırıcı ve görkemli idi: “Roma’nın diğer umudu ve dayanağı.” Bunu senin dudaklarından duymak bu genci o kadar mutlu etti ve zihninde öyle bir kıskançlıkla yer etti ki, yirmi yıl, (yani) sen bu dünyadaki işlerine son verdikten yıllar sonra bu cümleyi o ilahi şiirine kelimesi kelimesine ekledi.
Eğer bu çalışmayı sen de görseydin, ilk gelişme işaretlerinde, gelecekteki başarıyı bu kadar kesin biçimde tahmin ettiğin için mutlu olurdun. Ayrıca o kibirli Yunan ilham perileri karşısında kesin bir zafer kazanan yahut onların üstünlüğünü şüpheli hale getiren Latin ilham perilerini de kutlardın. Bu iki fikri de destekleyenler var, bunu kabul ediyorum. Ama seni eserlerinden tanıyorum -ve aslında seni birlikte yaşamışız gibi yakından tanıdığımı hissediyorum- ve biliyorum ki sen olsan bunun bir zafer olduğu fikrinin yavuz bir savunucusu olurdun, nasıl ki nutuklarda Latinceden yana olduysan, şiirde de öyle olurdun.
Antik dönemin şöhretli karakteri, seninle konuşmaktan büyük zevk alıyorum. İzleyen bütün çağlar, eserlerinin büyük oranda ihmal edilmesinden dolayı acı çekti, ancak bizim çağımız olağandışı cehaleti nedeniyle bu yokluktan bile habersiz. Kendi adıma ben senin sözlerini inanılmayacak bir dikkatle dinliyorum; bu yüzden belki bu defalık senin beni dinlemeni istemem küstahlık sayılmasın.
Adının şöhretli isimler arasında bulunduğunun tamamen farkındayım. Bu bilgiyi başka bir kaynaktan edinemesem de büyük bir otoriteden öğrenebilirim. Bir Yunanlı olup imparator Traianus’a ders veren Plutarkhos, kendi ülkesinin ünlüleriyle bizimkileri karşılaştırırken, Marcus Varro ile Eflâtun ve Aristo’yu (Yunanlılar ilkine “ilahi”, ikincisine “ilham dolu” diyorlardı), Vergilius ile Homeros’u ve Marcus Tullius ile Demosthenes’i karşı karşıya getirdi. Hatta askeri liderler konusunda da şiddetli bir tartışma başlatmaya cüret etti. Ancak bir yerde Yunan dehasının bariz biçimde daha aşağıda olduğunu kabul ederken yüzü kızarmadı, ahlak felsefesi konusunda seninle eşleştirecek kimseyi tanımadığını söyledi. Kendi soyundan gurur duyan ve kendi Makedonyalı İskender’i Julius Sezar ile karşılaştıran birinin ağzından bunları duymak şaşırtıcı bir ayrıcalıktı.
Daha önce adını duymuş ve senin yazdıklarından bazılarını okumuştum, isabetli görüşlerin ile ne zaman yeniden tanınmaya başladığını merak ediyordum. Yeteneklerinle ancak kısa zaman önce tanışma fırsatı buldum. Institutio Oratoria [Belagatin Esasları] adlı çalışman elime geçti ama parçalanmış ve bozulmuştu! Her şeyi mahveden zamanın elini tanıdım ve kendi kendime şöyle düşündüm: “Ey tahrip eden zaman! Yok olması fayda getirecekler dışında hiçbir şeyi yeterince özenle korumadın. Ey tembel ve kibirli çağ, en değersiz şeylere en içten özeni gösterdiğin halde bize dâhi insanlar miras bırakmanın sebebi bu mu? Ey bugünün kıt akıllı ve sefil insanları, neden kendinizi öğrenilmemesi gerekenleri öğrenmeye ve yazılmaması gerekenleri yazmaya adıyorsunuz da bu eseri bozulmadan korumayı ihmal ediyorsunuz?”
Ancak bu eser sayesinde senin gerçek değerini anlayabildim. Senin hakkında uzun süre hatalı düşünmüşüm ama şimdi bunu düzelttiğim için mutluyum. Güzel bir gövdenin parçalanmış organlarını gördüm ve hayranlığım beni saran kedere karıştı. Şu an bile bu eser birilerinin kütüphanesinde olabilir ve daha da kötüsü, bu kişi nasıl bir kitaba ev sahipliği yaptığından tamamen habersiz olabilir. Benden daha şanslı olan o kişi büyük bir değere sahiptir ve akıllıysa onu büyük hazinelerinden biri olarak görür.
Bu kitaplarda (şüphesiz çok sayıdadır ama ben kaç tane olduklarını bilmiyorum) bütün bir ömür boyu biriktirdiği deneyimlerle zenginleşen Cicero’nun kâmil yetenekleriyle incelediği konuyu incelemeye cesaret etmişsin. İmkânsız olanı başarmışsın. Çok büyük bir adamın ayak izlerini takip etmiş ama taklidinin mükemmelliğiyle değil, kendi eserindeki orijinal doktrinlerinin değeri sayesinde yeni bir zafer kazanmışsın. Cicero’nun eserlerinde hatip savaşa hazırdır; senin eserlerinde ise Cicero tarafından ihmal edilen veya önemsenmeyen şeyleri dikkate aldığın için hatip daha gelişmiş ve medenidir.
(Yukarıdan izin verilseydi) ya senin doğduğun çağda doğmak isterdim ya da senin bu çağda doğmanı; ilk durum sadece benim için iyi olurdu, ikinci durum ise tüm çağdaşlarım için. Kesinlikle seni ziyarete gelen o hacılardan biri olurdum. Seni görebilmek için sadece Roma’ya değil, Galya veya İspanya’dan çıkıp yolunu bulabilirsem Hindistan’a kadar giderdim. Şimdi şahsen seni değil, eserlerindeki seni görmekle mutlu olmak zorundayım ama çağımızın tembelliğine rağmen eserlerindeki sen zaten yok olmadı. Biliyoruz ki Roma’daki olaylarla ilgili yüz kırk iki kitap yazdın. Nasıl bir şevk ve yorulmaz bir hevesle çalışmış olmalısın! (Oysa) tüm bu eserlerden sadece otuz tanesi var elimizde.
Kendimizi bilerek kandırmak ne kadar kötü bir huy! Otuz dedim, çünkü yaygın olarak böyle söyleniyor. Ancak bunlardan bile bazılarının eksik olduğunu buldum. Toplamda yirmi dokuz tane var, üç tane onluk gruptan oluşuyor; birinci, üçüncü ve dördüncü gruplar – sonuncusu eksik. İçinde bulunduğum zamanı, bölgeyi ve âdetleri unutmak istediğimde senden artakalan bu küçük emanetlere sığınıyorum. İnsanlar altın ve gümüşten başka hiçbir şeye değer vermediğinde, bedensel ve fiziksel zevklerden başkasını arzulamadıklarında, bugünün ahlaki değerlerine karşı sık sık acı bir öfke duyuyorum. Eğer insanoğlunun amacı bunlar olsaydı, sadece çayırdaki aptal hayvanlar değil, hissiz ve hareketsiz nesneler bile insandan daha zengin ve yüksek bir amaca sahip demek olurdu. Ama bundan başka yerde bahsederiz.
Şimdi sana teşekkür etmem daha yerinde olur. Bu teşekkürün birçok sebebi var ama bir tanesi özellikle önemli: Sık sık günümüz şeytanlarını unutmamı sağladın ve beni o daha mutlu zamanlara götürdün. Okurken Cornelli Scipiones Africani’nin ortasında yaşıyor gibiydim; Laelius, Fabius Maximus, Metellus, Brutus ve Decius, Cato, Regulus, Cursor, Torquatus, Valerius Corvinus, Salinator, Claudius, Marcellus, Neron, Aemilius, Fulvius, Flaminius, Attilius, Quintius, Curius, Fabricius ve Camillus’un yanında gibiydim.
* Petrarca: De Viris Illustribus, (çev.) Mario Emilio Cosenza, s. 22-5, 43-4, 84-5, 100-1. University of Chicago Press, 1910.