Yeni İnsanlar*
Romancı Charles P. Snow, Lord Snow (1905-1980), İngiliz bir bilimadamıdır. Bir roman yazarı olarak amacı, insancı - bilimadamı ilişkisinde uzmanlaşmanın yol açtığı uçuruma çare bulmaktır. Snow’un Yeni İnsanlar adlı romanından alınan aşağıdaki seçki, İkinci Dünya Savaşı sırasında atom bombası üzerinde çalışan bilimadamlarının karşılaştığı ahlak problemini işler. İngiliz atom projesinin sözde merkezi Badford’da geçen bu diyalog, bilimadamlarının bombayı üretip üretmemek ve üretmeleri halinde kullanılıp kullanılmaması konusuna yoğunlaşır. Diyaloğun hayali kahramanları söz konusu projeyle ilgisi olan bilimadamları ve hükümet yetkilileridir.
“Kolay bir çözüm yok,” dedi Luke, “Olsaydı icabına bakardık.”
Luke, öncelikle bilimadamlarından, ama aynı zamanda herkesten söz ediyordu, vahşet zamanı orada bulunan herkesten; çünkü bir insanın Badford’da bombanın üstünde çalışmamasının tek nedeni, kökten “çözüm” imkânının birçoklarına açık olmamasıydı. Niteliksiz pasifizm veya komünizm, ancak bunlardan birine inanıyorsanız yolunuz açıktı; diğer inançlar probleme değinmiyorlardı bile. Badford’a yeni atanan askerler arasında dindar olanlar vardı ama kilise onlara yol göstermiyordu.
“Öyle veya böyle,” dedi Luke. “Ya emekli olacak ve ülkeni savunmasız bırakacaksın ya da on binlerce kadın, erkek ve çocuğu yakabilecek bir silah yapacaksın. Peki, hangisi?”
“Bir seçeneğimiz olduğunu sanmıyorum,” dedi Francis Getliffe bir gece, Amerika’dan döndükten sonra kulüpte. “Luke haklı, Badford’daki çocuklar haklı, bu cehennemi şeyi yapmak zorundayız.”
Geri dönüp Badford’daki o ilk sohbetlerimizi hatırladığım kadarıyla tekrar düşünerek, vicdani denebilecek bir belirti aradım. Daha sonraları bazılarına acı veren anlaşmazlığı geçmişte bırakmaya hazırdım ama bu doğru olmazdı.
Neden doğru olmayacağının basit bir nedeni vardı. Hepsi düşmanın bir füzyon bombası yapmaya çalıştığını biliyordu. Bundan şüphe duymakla birlikte, huzursuz olanlar için bu tam bir etik çözücüydü. Ne bilimadamlarından ne de hükümetteki arkadaşlarımdan bombanın kullanılıp kullanılmaması konusunda en ufak bir söz duymuştum. Bombaya sahip olmamız gerekiyordu, o kadar!
Drawbell, Badford projesinin başarılı olması için dua ederken boş konuşmuyordu; belki de dini inancı tamdı. Aslında o sıralar, siyasal bölünme olmadığına göre, Puchwein ve yoldaşları da aynı duayı ediyor olmalıydı, tabii ben de...
Füzyon bombasının Başkan’ın odasında tartışıldığını ilk duyduğumda tepkim Francis Getliffe’inkiyle aynı olmuştu, yani ben de bombanın yapılmasının fiilen imkânsız olduğunun kanıtlanacağını ümit etmiştim. Ancak olayın içine girince, Martin ve Luke ve diğerlerinin yanındayken bu umudumu yitirdim. Farkına varmadan ben de onlar gibi oldum; bombayı elde etmeliydik, hem de herkesten önce…
“Komik,” dedi. “Eğer elde etmeyi başarırsak, onunla ne yapacağız?”
Bu soruyu ilk kez duymuyordum; son zamanlarda Badford’daki insanların bir iki kez aynı soruyu sorduğunu duymuştum. Bu soru, bilimadamlarının, hatta Mountenay gibi tartışmacıların gündeminde değildi ama birkaçı düşmana bombaya sahip olduğumuzu haber vermemizin ve biraz da kanıt göstermemizin yeterli olacağı hususunda hemfikirdi. Bu, savaşı sona erdirmeye yetebilirdi. Bunu Bevill’e söyledim.
“Acaba?” dedi.
“Acaba?” diye tekrarladı. “Birinin ateşlemek istemediği bir silah var oldu mu hiç?”
Böyle bir olasılığın uzak olduğunu düşünmekle birlikte, bu silahın başka olduğunu söyledim. İkimiz de hesapları görmüştük, bir füzyon bombası bir defada üç yüz bin kişiyi öldürebiliyordu.
“Ne bileyim,” dedi Bevill. “Düşünsene, kadınları, erkekleri, çocukları öldürmeye çalışıyoruz. Bu Cengiz Han’ın yaptıklarından da beter.”
Bunu suçlamaksızın, tarafsızlık içinde söyledi…
Bazıları, insiyaki bir biçimde, bombanın asla kullanılmaması gerektiğini söylediler. Bir anda yüz binlerce insanın imha edilmesini haklı çıkaran hiçbir neden olamazdı, buna dayanamazlardı.
Neredeyse aynı nedeni öne sürerek, birçoğu da hemen hemen hayır dedi. Füzyon bombası bilimsel medeniyetin son ürünüydü; bir kez bile kullanılsa bilim ve onun başı sonu olan medeniyet, bir daha asla masumiyetten söz edemezdi.
Birçok kişi, muhtemelen çoğunluk, benzer duygularla şartlı bir hayır oyu verdiler ama eğer Hitler’e karşı savaşı kazanmanın başka bir yolu yoksa deniyorsa, bombayı atmaya hazırdılar...
Bu görüşlerden hiçbiri toplantıda bulunanlar tarafından dile getirilmedi, çünkü çoktan mutabıktılar; şartlı hayır oyu verenler ise askeri karşı argümanla başa çıkamadılar. Getliffe’in söylediğine göre, Amerika’da bomba taraftarı olanlar şöyle diyordu: Birliklerimiz Japonya’yı işgal etmek zorundadır ve bu bomba onları koruyacaktır; bir asker, acımasız da olsa, bunu yapmak suretiyle emrindeki tek bir askerin hayatı kurtaracaksa, elinden geleni esirgememelidir.
Getliffe’in dediği gibi, bu saygı duyulması gereken bir durumdu. Ve bu saygı duyulabilecek tek durumdu. Bombayı Rusları engellemek için ya da herhangi bir diplomatik amaçla kullanmak ise insanlığa yakışmazdı.
Japonların teslim olması, şayet bir bomba atarak sağlanabiliyorsa, acaba bombaya sahip olduğumuz haberi aynı etkiyi sağlar mıydı?
“Birkaçımız,” dedi Francis Getliffe, “bombaya Alman savaşı son bulmadan önce sahip olmamız ihtimaline karşı bir plan yapmıştı. Birinci adım: Düşmana bombanın yapıldığını haber verin ve yeterli kanıt gösterin. İkinci adım: Bombayı insanların olmadığı bir yere atın. Üçüncü adım: Eğer düşman hükümetin yine de kılı kıpırdamazsa, o zaman…” -Getliffe kendi düşünceleriyle yüzleşmişti- “ikinci bir bombayı bir kasabaya atın.”
Bu noktada toplantıya duygusal bir hava hâkim olmuştu. “Eğer hâlâ bir duygu kırıntısı varsa,” dedi Francis Getliffe (“duygu kırıntısı” sözcüklerinin konuşmasındaki tek duygusal tabir olduğunu sonradan hatırladım) “işe bombayı insanların üzerinde kullanarak başlamayın.”
* C. P. Snow, The New Men, Charles Scribner’s Sons.