Türlerin Kökenine Dair*
Samuel Wilberforce (1805-1873), İngiltere’nin önde gelen Protestan papazlarından biri olarak, Oxford ve Winchester Piskoposluğu’na kadar yükselmiştir. Hıristiyanlık düşmanı olduğuna inandığı her doktrinin üstüne giden, zorlu bir tartışmacı olarak tanınır. Bu bağlamda en ünlü polemiği, 1860’da, muhafazakâr Üç Aylık Dergi’de, Darwin’in Türlerin Kökeni adlı çalışmasına dairdir.
Din Modern Bilim ile Bağdaştırılabilir mi?
Doğal tarih literatürümüze Bay C. Darwin’in kalemi tarafından yapılan her katkının, kuşkusuz başımızın üstünde yeri vardır. Onun bilimsel başarıları, bir gözlemci olarak hayal gücüyle karışık azımsanmayacak feraseti, dikkati, net ve canlı üslubuyla yazdıklarını olağanüstü çekici kılmaktadır. Nitekim, Türlerin Kökeni adlı kitabı, yılların gözlem, düşünce ve spekülasyonunun ürünüdür ve tarafınca geleceğin dayandığı bir “yapıt” olarak nitelenmiştir. Bay Darwin’in bu kitabı alçakgönüllülükle daha büyük bir çalışmanın müjdecisi olarak ilan ettiği doğrudur. Ancak kitap, sadece mevcut makalesindeki bütünlüklü argümanları destekler mahiyettedir. Kitap bizlere büyük bir birikimin örneklerinden oluşan bir koleksiyon sunuyor ve bunlardan hareketle, bir analitik matematikçinin konik kesitlerin kesin sonuçları üzerinde çalıştığı gibi çalışarak sonuçlar çıkarıp okurlarını istediği gibi yönlendiriyor. (…)
Bay Darwin’in akıl yürütme zincirinin net bir görüntüsünü ve buna olan itirazlarımızı okuyucularımıza iletmenin muhtemelen en iyi yolu, önce Bay Darwin’in onları ikna etmeye çalıştığı sonuçları, sonra da çıkarımını daha iyi yapmak için tesis etmek zorunda olduğu başlıca önermeleri ve bu önermeleri destekleyen üslubunu önlerine koymaktır.
Bay Darwin’in bize sunduğu sonuç, dünyadaki tüm bitkisel ve hayvansal yaşam biçimlerinin veya büyük Yeryüzü Müzesi’nin koruduğu ve jeoloji biliminin bilgilenmemiz için bize açtığı fosil kalıntıların, geçmişten bugüne doğal miras yoluyla -hayvanlar en fazla dört ya da beş atadan ve bitkiler ise aynı ya da daha az sayıda atadan- intikal ettiğidir. (…)
Wilberforce daha sonra, Darwin’in kuramını ayrıntılı bir bilimsel tartışmayla çürütmeye çalışır ve devam eder:
Okuyucularımız, Bay Darwin’in ele aldığımız görüşlerine, sadece bilimsel temelleri itibariyle karşı çıktığımızın farkına varmıştır. Böyle yapmış olmamızın nedeni, bu tür argümanların doğruluk veya yanlışlığının bu şekilde sınanması gerektiğine olan inancımızdır. Doğanın gerçeklerine karşı çıkanlara ya da bunlardan hareketle yapılan mantık dışı çıkarımlara tahammülümüz yok, çünkü bunlar insanlara bu olguların vahiy ile çeliştiğini düşündürüyor. Biz bu tür itirazların, sağlam ve iyi öğretilmiş bir inançla bağdaşmayan bir yüreksizlik tadında olduğu kanısındayız. (…) Hakikatin ve Doğa’nın Tanrısı’nın, aynı zamanda Yeni Ahit’in Tanrısı olduğundan kendi özvarlığı kadar emin olan kişi, doğru anlaşılmış olması halinde, O’nun sözlerinin daha farklı ve bir kandırmaca olduğuna inanmaz. Doğanın gerçeklerine, Yeni Ahit’e karşı çıkıyor gibi göründükleri için karşı çıkmak, Tanrı adına aptalca yalan söylemenin ve Hakikatin Tanrısı’nın işini yalan dolanla yapmaya çalışmanın bir başka şeklidir. İman sahibi kişi, doğanın işleri arasında daha farklı, daha soylu bir ruh haliyle gezinir. Ebedi kayalar üzerine nakşedilmiş olan sözcükler, Tanrı’nın eliyle nakşedilmiş sözcüklerdir. Bunlar, O’nun kitabında yazanlarla çelişmediği gibi, O’nun taş tabletlere yazdığı sözcüklerle de çelişmez. İnsan, iki ayrı sesin söylediklerini bağdaştırmakta zorluk çekebilir ama bundan ne çıkar? Zira ancak kısmen bildiğini ve gözle görünür çelişkileri bağdaştırma gününün pek yakında geleceğini çoktan öğrenmiştir. (…) Pek az şey dinin amacına, inançta olduğu kadar bilimde de dar görüşlü insanların fizikte yapılan keşiflerle ilham sözcüğünü bağdaştırma çabalarının zarar verdiği kadar zarar vermiştir. Çünkü biraz daha geniş bir gerçekler tablosunun ya da biraz daha geniş bir bakış açısının, felsefi tasarın bütününü değiştirdiğine sıkça tanık oluruz. Oysa Yeni Ahit, sonunda bir kavram yanılgısı ya da bir hata olduğu anlaşılan şeylerle mutlak bir uzlaşma vaat eder. Dolayısıyla, doğabilimin hakikatlerini, Yeni Ahit’in sözleri ile sınamaya razı olamayız. Ne var ki, bu durum bilimsel hatalara bilimsel olarak işaret edilmesinin önemini azaltmaz; özellikle de bu hatalar Yaratan’ın şanını sınırlandırmaya ya da O’nun yarattıklarının, O’nunla olan ilişkisini inkâr etmeye eğilimliyse, bunu yapmak daha da büyük önem kazanır. Bay Darwin’in spekülasyonlarının isteyerek yapılmadığından kuşkumuz olmasa da, bu iki hataya meylettiğini düşünmekteyiz.
Bay Darwin, bir Hıristiyan olarak yazmaktadır, bundan şüphemiz yok. Bir an için bile onun kalbinin bir köşesinde dışavurmaya cesaret edemediği bir inançsızlık taşıyanlardan olduğunu düşünemeyiz. Ve bu nedenledir ki, spekülasyonlarında böyle bir eğilimin varlığını tespit etmiş olduğumuz gerçeğini dikkate alması için dua ediyoruz. Birincisi, doğal seleksiyon prensibinin etki tasarımını, hayvanların yanı sıra İNSANA da teşmil ettiğini açıkça itiraf etmektedir. Hemen söyleyelim ki, böyle bir nosyon, Tanrı’nın hiçbir sözüyle uyuşmadığı gibi, bizce insanoğlunun ahlakı ve maneviyatıyla da tümüyle uyumsuzdur. İnsanoğlunun doğa üzerinde elde etmiş olduğu egemenlik, insanın düzenli konuşma gücü, insanın akıl yürütme yeteneği, insanın özgür iradesi ve sorumluluğu, insanın hataya düşüşü ve günahlarından kurtarılması, ebedi Oğul’un vücut buluşu, ebedi Ruh’un içine yerleşmesi, bunların hiçbiri onun kökenine dair öne sürülen konusu kaba ve aşağılayıcı iddiayla bağdaşmaz. Bay Darwin’in cüretkâr nosyonu, gelip geçici ifadelerle değil, Tanrı’nın insanla ilişkisinin, O’nun sözcükleriyle kayıtlı olan şemasıyla da eşit derecede tutarsızdır. (...)
İkincisi, söz konusu görüş, Yaratan’ın yarattıklarıyla arasında tezahür etmiş bulunan ilişkisiyle de çelişmektedir. Gerçek şu ki, bu Yaratan’ı ve O’nun yarattıkları itibariyle kişiliğini gölgelemek için ustaca geliştirilmiş bir kuramdır. Dolayısıyla, bu gibi görüşler, her ne kadar bilinçsizce de olsa, Kadiri Mutlak’ın kendine has özelliklerinin çoğunu kaçınılmaz olarak zihinlerden sürgün etme eğilimindedir.
Bay Darwin, yaradılışa hâkim olan büyük planı, başka türlü nasıl açıklayabileceğimizi sormaktadır? (...)
Kendisine verilebilecek en basit ama en kapsamlı cevap şudur: Yaratılışın, o En Yüce’nin zihninde ebediyen varolan fikirlerin bir kopyası olduğuna dair harikulade gerçeği bildirerek! Bu mükemmel düzenin yüce kaynağının Babamız olduğunu ilan ederek! Sığ gözlemcileri yanıltan gerçek şudur ki, yaratılanların prensi ve başı olan insanoğlu, varoluşun ilk aşamalarında daha düşük seviyedeki hayvanların sonsuza dek kaldığı fazlara benzer fazlardan geçmiştir. Varoluşun bir noktasında, tekhücrelinin gelişimi yakalanır ve ilk insanın embriyosu işte bu tek hücre yoluyla insanoğlunun dünyevi bedeninin mükemmelliğine geçişi sağlanır. (…)
* Samuel Wilberforce, Essay Contributed to the Quarterly Review, John Murray, 1874.