Sosyalizm Hakkında Fabian Denemeleri*
Sidney (1859-1947) ve Beatrice Webb, İngiliz sosyalistlerinin tipik temsilcileridir. Sidney 1885 yılında, bugünlerde çok ünlü olan ve sosyalizmi devrim ile değil “tedricen” getirmeye adanmış ilk İngiliz sosyalist organizasyonlarından biri olan Fabian Cemiyeti’ne katılmıştır. Aşağıdaki bölüm onun cemiyetin manifestosu olan Sosyalizm Hakkında Fabian Denemeleri (1889) adlı kitabında basılan sosyalizm tarihi hakkındaki denemesinden alınmıştır. Geçmişe ait bilgilerin gelecekteki eylemler için bir kılavuz olduğu tezine kendilerini adayan Webb çifti ayrıca sendikacılığın, yerel yönetimlerin ve Fakirlik Yasası’nın tarihi hakkında da bilimsel eserler vermişlerdir.
Comte, Darwin ve Herbert Spencer’in çabaları sayesinde artık ideal toplumu değişmez bir devlet olarak düşünmüyoruz. Statik olan sosyal idealler dinamik hale geldi. Sosyal organizmanın sürekli büyümesinin ve gelişmesinin gerekliliği kabul edilmiş bir gerçektir. Hiçbir filozof artık eski düzenden yeni düzene geçişin, sürekliliğinde bir kesinti veya sürecin herhangi bir noktasında sosyal dokuda ani bir değişiklik olmadan, tedrici biçimde evrilmesinden başka bir şeyle ilgilenmiyor. Yeni, bilinçle yeni olarak tanınmadan eski haline geliyor. (...)
Tarih sadece güncel olayların önemine dair ipuçları vermekle kalmaz, bu ipucunu bulamamış olanları anlamamızı da sağlar. İnsanları ve fikirleri zaman içinde bir tür coğrafi düzene göre sınıflandırmayı öğreniyoruz. Comte de Paris bize sosyal düzenin tek güvencesinin mutlak monarşide yattığına dair mükemmel kanıtlar veriyor. O bir kalıntıdır; bu tip On Altıncı yüzyılda gelişmiştir ve o çağın görkemli fosilleri herhangi bir tarih müzesinde incelenebilir. Lort Bramwell ise şiddetli bir ceza hukukuna tabi olma gibi önemsiz bir istisnayla mutlak sözleşme özgürlüğü inancının mükemmel devleti sağlayacağı yönünde ikna edici sebepler gösterecektir. Onun lordluğu daha yakın bir çağın kalıntısıdır; 1840’lı yıllarda sosyal bilimler ancak bu kadar ilerleyebilmiştir ve o tarihten sonra yeni bir şey öğrenmemiş gibi gözüken kişiler hâlâ vardır. (...)
Avrupa toplumunu son 100 yılda sosyalizme doğru taşıyan ana akım, demokrasinin karşı konuşmaz ilerlemesidir (...) Her geçen gün demokrasinin kaçınılmaz sonucunun, insanların sadece kendi politik organizasyonlarıyla değil, zenginlik üretiminin ana enstrümanlarıyla da kendi kendilerini kontrol etmesi olduğuna dair daha yaygın bir konsensüs oluşmaktadır; organize işbirliği tedricen rekabetçi mücadele anarşisi ile ikame edilmektedir. (...) Demokratik idealin ekonomik yönü aslında sosyalizmin ta kendisidir.
Sanayi Devrimi’nin sonucu, geçmişin bürokratik tiranlığına karşı coşkun bir tepkinin arasında orta çağ düşüncesinin sona ermesiyle birlikte, toplumun tüm yeni öğelerinin kısıtlanmamış bir özgürlüğe sahip olmasıydı. Üretim vasıtalarını kişisel olarak ele geçirme anlamındaki bireysel özgürlük, yüzyılın başlangıcında azami sınırlarına ulaştı. (...)
Ancak bu “eski kısıtlamalarla kontrol edilmeyen ve belirli bazı yazar ekollerinin neredeyse dinsel bir onay varmışçasına desteklediği akut bireyselcilik salgını”, on sekizinci yüzyıldaki hükümetlerin ekonomik körlüğünden sonra kaçınılmaz bir durumdu. Ekonomi yasalarının bilimsel olarak incelenmesinden önce insanlar doğal olarak hiç de tatmin edici sonuçlar getirmeyen sosyal düzenlemelerle birbirlerini etkilediler. (...)
Böylece Profesör Huxley’in “Yönetimsel Nihilizm” adını verdiği doktrin ortaya çıktı. Bu, “Laissez faire, laissez aller” [Bırakınız yapsınlar, bırakınız gitsinler] düşüncesinin ilahlaştırılmasıydı.
Bireyselcilik kalkanında ilk gerçek çentiği açan Carlyle oldu; insanları kendisini dinlemeye mecbur etmeyi biliyordu. Kendi özgün önerilerinde sıklıkla doğru değil, yanlış şeyler söylese de bu dünyada bir servet edinmek ve sonra da ruhunu kurtarmaktan daha asil amaçlar olduğu düşüncesini hayatta tutmayı başardı. Ardından Maurice, Kingsley, Ruskin ve güncel orta sınıf kültünü reddetmeye cüret eden diğerleri geldi; sonunda Comte ve John Stuart Mill, Darwin ve Herbert Spencer sayesinde sosyal organizma konsepti insanların zihinlerine girmeyi becerdi ama kitaplara henüz giremedi, hatta politik ekonomi profesörlerinin kitaplarına bile.
Bu sırada, tüm bunların hiçbiriyle ilgilenmeyen ve teoride değil, pratikte yaşayan insanlar da karşı konulmaz biçimde aynı yöne sürüklendi. Sanayici liberallerin tüm çabalarına rağmen güncel politik ekonominin dişleri arasında kalan İngiltere, toplumun güçsüz üyelerine yardım etmek ve onları korumak için bu insanlara el uzatmak zorunda kaldı. Yerel Geliştirme Yasaları, Kanalizasyon Yasaları, Vagon Yasaları, Maden Düzenleme Yasaları, Fabrika Yasaları, Kamu Sağlığı Yasaları, Tağşiş Yasaları yapıldı ve yürürlüğe girdi.
Özel girişimcilere terk edilmiş olan alanlarda bile, yüzyılın başında sosyal eylemlerin tek şaşmaz faydalı prensibi kabul edilen bireysel hırsların anarşik rekabeti devleti büsbütün yerle bir etmesin diye girişimcilerin operasyonları her gün biraz daha sınırlanmaktadır. Tüm bunlar cahil, yani sosyalizmin en aptalca rüya olduğuna inanan bilimsel sosyolojiden habersiz ve sosyalizmin sosyal yeniden yapılanma yönündeki cafcaflı taleplerini tamamen göz ardı eden, “pratik” insanlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Sosyal eğilimlerin karşı konulmaz başarısı işte böyledir, yaptıkları her faaliyette küçümsedikleri sosyalizmi yaratıyorlar ve hâlâ varlığını iddia ettikleri bireyselci inancı yok ediyorlar. Bildiklerini iddia ettikleri şeylerden daha iyisini inşa ettiler. (...)
Bilinçsiz sosyalizmimizin çoktan eriştiği sınırları fark etme konusundaki genel başarısızlık (...) çok az kişinin kendi şehirleri dışındaki yerel yönetimlerin ne yaptığını bilmesinden kaynaklanmaktadır. Endüstriyel hayatımızı “sosyalleştirme” konusunda en çok şey yapanlar belediyelerdir; ancak yüzyılımızın belediyelerinin tarihi henüz yazılmamıştır... Çoğumuz yerel yönetimlerin bir zamanlar tamamen özel teşebbüslere terk edilmiş olan yollarla, caddelerle ve köprülerle; bunun yanında tüm umumi yoların aydınlatılması ve temizliğiyle; kanalizasyonların, suyollarının ve “fırtına su kanallarının” bakımıyla ilgilendiğini biliriz. (...) Gaz, su ve tramvay tedariki için gerekli olan işgücünü de büyük oranda yerel yetkililer organize eder. (...)
Zamanın getirdiği sosyal felsefenin politik evrimden ve endüstriyel gelişmeden etkilenmediğini söylemek çok zordur. Bu sırada insanların aklına yeni bir sosyal bağ ve yeni bir sosyal yaşam konsepti yerleşmeye başlar. Bir toplumun birçok birimin toplamından fazla bir şey olduğu keşfedilmiştir (veya yeniden keşfedilmiştir) – bileşenlerinden farklı bir varlığa sahiptir... Sosyal organizma devamlılığa sahip değilse ve sağlıksızsa kimse onun içinde yaşayamaz veya refaha kavuşamaz; sosyal organizmanın varlığını sürdürmesi kendi üstün amaçlarına bağlıdır. Bireyin eylemlerine ilişkin bilinçli güdüsü kendine özgü olmalıdır, hatta olmak zorundadır ama eylemlerinin sosyal refaha ters olduğu ortaya çıkarsa, üyelerinin hataları nedeniyle toplumun yok olması istenmiyorsa er veya geç bu eylemler herkes tarafından kontrol edilir. Sosyal sağlığın koşulları bu yüzden bir bilimsel inceleme konusudur. Herhangi bir anda, sosyal ilişkiler için, “doğanın cimriliği”ne göre insanların sefaletini asgari düzeye indirebilecek tek bir düzenleme söz konusudur. Elli yıl önce, uygun bir ceza yasasının eşlik ettiği, bireysel veya “kişisel” bağımsızlık açısından mutlak özgürlüğün her millet için böylesi bir düzeni birden oluşturacağı düşünülüyordu; bunun sebebi Laissez faire’nin felsefi olarak ilahlaştırılmasıydı. Bugün tüm öğrenciler yaşamın olgularının böylesi iyimser varsayımları desteklemediğinin farkındadır. Şimdi artık doğal seleksiyonda, medeni insanların varlığının tehlikede olduğu bu gelişim aşamasında seçilen birimlerin bireyler değil, toplumlar olduğunu biliyoruz. (...)
Dünyada bizden sonra yaşayacaklara sadece mükemmelliğimize dair hatıralar değil, doğrudan bir etki bırakacaksak, kendi kişisel gelişimimizi mükemmelleştirmek yerine, bir kısmını oluşturduğumuz sosyal organizmayı geliştirmek için daha fazla özen göstermeliyiz. Ya da şöyle bakabiliriz: Her bir bireyin en mükemmel ve uygun gelişimi için kendi kişiliğini azami biçimde geliştirmesi zorunlu değildir, bunun yerine o büyük sosyal makinedeki mütevazı işlevini en iyi biçimde yerine getirmelidir. Bağımsız birimler olduğumuzu hayal ederek kendimizi kandırmayı bırakmalı ve kendi gelişimiyle meşgul olan kıskanç zihinlerimizi daha yüce bir amaç için, yani Ortak Refah için eğitmeliyiz. (...)
Sosyolojideki bu gelişimin sonuçları, özgürlüğün ve eşitliğin göreceli önemini revize ederek, sosyal idarenin birer prensibi olarak göz önünde tutmaya zorlamak olmuştur. Bentham’ın bir medeni kanunda hedeflenmesi gereken ünlü “amaçları” içinde özgürlük eşitliğin üzerindedir ve baskındır; bu zeminde tam eşitlik ancak işgücünün ürünleri için güvenliğinin kaybedilmesi ile korunabilir. Bu açıklama her zaman doğrudur; ancak karar verilecek soru hâlâ karşımızda durmaktadır: Ne kadar özgürlük? (...) Bentamitler12 ekonomistler, devlet adamları ve “pratik insanlar” tarafından öğretilen yüzyılın dersinden kaçamazlar; servet üretiminin enstrümanları üzerinde sınırsız özel mülkiyet hakkını da içeren tam bir bireysel özgürlük, ortak refah fikri ile uzlaşmaz. Kendi aramızdaki serbest varlık mücadelesi, sağlıklı ve kalıcı bir sosyal organizma olarak hayatta kalma ihtimalimizi tehdit etmektedir. “Evrim,” diye ilan eder Profesör Huxley, “her organizmadaki birimlerin bilinçli biçimde düzenlenen işbirliğinin, kör anarşik rekabetle ikame edilmesidir.”
Demokrasinin de bu dersi alması kaçınılmazdı. Bireyciliğin insanların beşte dördü için düzgün bir sosyal hayat yaratmaktaki başarısızlığını acı içinde fark eden kitlelere bakarak, onların politik gücü ele geçirmesiyle bireyciliğin çok fazla hayatta kalamayacağını öngörmek gerekirdi. Toprak ve sermayede özel mülkiyet birçok işçiyi (kendi suçları olmadığı halde) zorunlu olarak fakir bırakarak az sayıda boş gezen kişiyi (kendi erdemleri ile değil) zengin edecekse, toprak ve sermayede özel mülkiyet engellenemez biçimde yerini aldığı feodalizmin yolundan gidecekti. Ekonomik analizler sefalet çeken insanların kabaca genellenişini teyit ediyorlar. Endüstriyel evrimin tarihi de aynı sonucu gösteriyor; ayrıca iki nesildir dünyanın en önemli etik hocaları da aynı dersi veriyor. Bireyciliğin cennetinin gözlerimizin önünde bir parşömen gibi sarılmasına ve piskoposların bile buna inanmalarına ve titremelerine şaşmamalıyız.
* Sosyalizm Hakkında Fabian Denemeleri, s. 29-33, 37-40, 43, 46-47, 52-57, 1931, G. B. Shaw. George Allen & Unvin Ltd.