Şiddet Üzerine Düşünceler*
Fransız mühendis ve sendikalist14 Georges Sorel (1847-1922), Şiddet Üzerine Düşünceler [Reflections on Violence] (1908) adlı eserindeki tezlerini ilk önce 1890-1895 arasında yayımladığı bir dizi makalede açıklamıştı. Bu makaleler, burjuvazinin ahlaki parçalanması konusundaki kendi yargısını filozof Henri Bergson’un “sezgi” doktriniyle ve Marx’ın sınıf mücadelesi konseptiyle birleştirilmesinden oluşuyordu. Marx’ın ekonomik determinizmini reddetse de sosyal değişimin işçileri “genel grev” adlı “mit” çevresinde birleştirmeye dayandığını iddia ediyordu. Sorel’in “mit” fikri daha sonraları faşist düşünceyi derinden etkileyecekti.
Marx’a göre kapitalizm, kendi doğasında zaten var olan yasalar sebebiyle, organik yaşamın kaçınılmaz evrimiyle birlikte bugünün dünyasını yarının dünyasının kapılarına götürecek bir yolda ilerliyor. Bu hareket kapitalist sistemin uzun vadeli inşasını içeriyor ve proletaryanın çalışmaları neticesinde hızlı bir yıkımla sona eriyor. Kapitalizm, sosyalizmin devralacağı bir miras yaratıyor; günümüzdeki rejimi bastıracak olan insanlar ve bu yıkımı gerçekleştirecek vasıtalar, aynı zamanda üretimle elde edilecek sonuçları koruyacaklar. Kapitalizm yeni çalışma biçimleri oluşturuyor; ücretler üzerinde uyguladığı baskıyla işçi sınıfını devrimci organizasyonlara itiyor; sürekli olarak endüstri liderlerini ortadan kaldıran rekabet yüzünden kendi politik tabanını kısıtlıyor. Bu yüzden işgücünün organizasyonu konusundaki büyük problem çözüldükten sonra ütopyacıların öne sürdüğü birçok naif ve aptalca hipotezi yok etmek için kapitalizm kendisini tahttan indirecek sebebin doğumuna sebep oluyor ve ütopyacıların aydınlanmış insanları reform yapmaya ikna etmek için yazdığı her şeyi faydasız hale getiriyor; idealistleri eleştirenlerin karşısında acınacak biçimde yetersiz kaldığı geleneksel düzeni yavaş yavaş yıkıyor. Bu yüzden kapitalizmin Hartmann tarafından doğadaki Bilinçsiz’e atfettiğine benzer bir rol üstlendiği söylenebilir, çünkü yaratmak istemediği sosyal reformların gelişini hazırlıyor. Koordine edilmiş bir plan, direktifler içeren fikirler ve gelecekteki dünyaya dair idealler olmaksızın engellenemez bir evrimin sebebi haline geliyor; bugünün verebildiği her şeyi bugünden alıp tarihsel gelişim yönünde kullanıyor; neredeyse mekanik bir biçimde yeni bir çağın gelişi ve kapitalist ekonomik sistemin tüm kazanımlarını korurken bu yeni çağın bugünkü idealizm ile tüm bağlarını kopartması için gerekli olan her şeyi yapıyor.
Sosyalistler bu yüzden (ütopyacılar tarafından başlatılan) aydınlanmış orta sınıfı daha mükemmel bir hukuk sistemine geçişe hazırlamak için vasıtalar arama çabalarından vazgeçmelidir; sosyalistlerin tek işlevi proletaryaya ileride oynayacakları devrimci rolün ne kadar büyük olduğunu açıklamaktır.
Proleter şiddetin ardındaki fikirleri tam olarak kavramaya her teşebbüs edişimizde genel grev nosyonuna geri dönmeye zorlanıyoruz; oysa bu kavrayış bize başka açılardan da hizmet edebilir ve sosyalizmin muğlak kısımlarına beklenmeyen bir ışık tutabilir. İlk bölümün son sayfalarında genel grevi rakibini tamamen mahveden Napolyon savaşlarıyla karşılaştırmıştım; bu karşılaştırma bize fikirler dünyasında genel grevin oynayacağı rolü anlamakta yardımcı olacak...
Devrimci sendikalar, sosyalist eylemler konusunda aynen askeri yazarların savaş hakkında tartıştığı gibi tartışıyorlar; bütün bir sosyalizmi genel grevle sınırlıyorlar; her kombinasyonu bu faciayı sonlandıracakmış gibi görüyorlar; her grevde o büyük ve nihai ayaklanmanın bir kopyasını, bir denemesini, bir hazırlığını görüyorlar.
Bu sonuçlar sıradan bir dilin kullanımı ile hiçbir şekilde ortaya çıkarılamazdı; sadece sezgi tarafından ve hiçbir analiz yapılmadan, sosyalizmin modern topluma karşı açtığı savaşın farklı ifadelerine karşılık gelen duyguların tümünü harekete geçiren bir görüntüler bütünü kullanılmalıydı. Sendikalistler bu problemi sosyalizmi tamamen genel grev dramasında yoğunlaştırarak mükemmel biçimde çözdü; bu yüzden profesörlerin kaçamaklarındaki çelişkileri uzlaştırmaya artık yer yoktu; her şey açıkça tasarlanmıştı – artık sosyalizmin sadece bir yorumu mümkündü. Bu yöntem, Bergson’un doktrini uyarınca, “bölünmemiş” bilginin analiz karşısında sahip olduğu tüm avantajlara sahipti; hatta belki de bu ünlü profesörün doktrininin değerini bu kadar mükemmel biçimde gösterecek başka bir örnekten bahsetmek mümkün değildi.
Genel grevin fiili olarak gerçekleştirilmesinin olasılığı çok tartışılmıştır; sosyalist savaşın sonucunun tek bir muharebeyle belirlenemeyeceği ifade edilmiştir. Kendini dikkatli, pratik ve bilimsel olarak gören kişiler için büyük proletarya kütlelerini aynı anda harekete geçirmek olağanüstü zordur; böylesi büyük bir mücadelenin sebep olacağı zorluklar ayrıntılı olarak incelenmiştir. Sosyalist sosyologların ve politikacıların ortak fikri genel grevin işçi sınıfı hareketinin başlangıcı için karakteristik özellikler gösteren popüler bir rüya olduğudur; genel grevin, sosyolojinin tekelcileri tarafından genelde gerçek işçi sınıfı hareketi düşüncesinin muhafızları olarak sunduğu İngiliz işçilerinin kendini kısa sürede kurtaracağı bir gençlik illüzyonu olduğunu buyuran Sidney Webb’in otoritesinden yapılan alıntılar sık sık karşımıza dikildi.
Bugünden ayrılmadan ve sanki aklımıza gelmesi sonsuza kadar yasaklanmış olan bu gelecek hakkında akıl yürütmeden hareket edebilmemiz mümkün değildir. Deneyimler bize belirsiz bir zaman için geleceği tasarlamanın, belirli bir biçimde yapıldığında çok etkili olabileceğini ve çok az güçlük çıkaracağını göstermiştir; gelecek beklentileri, bir partiye veya sınıfa ait insanların en güçlü beklentileriyle örtüşen bu mitlere dönüşürse ortaya çıkan durum budur. O beklentiler ki her türlü hayat şartları altında içgüdüsel bir ısrarla insan zihninde yinelenip dururlar ve insanların arzularını, tutkularını ve zihinsel faaliyetlerini tüm diğer yöntemlerden daha kolay biçimde düzeltebilmelerini sağlayacak acil eylemlere ilişkin umutlara tam bir gerçeklik görüntüsü verirler. Ayrıca biz bugün, bu sosyal mitlerin bir kimsenin hayatının akışında yapacağı gözlemler sayesinde kâr etmesini hiçbir şekilde engellemeyeceğini ve kendi normal işleriyle uğraşmasına engel oluşturmayacağını biliyoruz.
Bunun gerçekliği birçok örnekle ispatlanabilir.
İlk Hıristiyanlar ilk neslin sonunda azizlerin krallığının ilan edilmesiyle birlikte İsa’nın geri döneceğini ve paganist dünyanın tamamen yok edilmesini bekliyordu. Felaket gerçekleşmedi ama Hıristiyan düşüncesi kıyamet mitinden öyle büyük fayda sağladı ki, o günlerde bazı âlimler İsa’nın tüm vaazlarının sadece bu noktaya atıfta bulunduğunu iddia ettiler. Luther ve Calvin’in Avrupa’nın dinsel coşkusu sayesinde oluşturduğu ümitler asla gerçekleşmedi; Reformasyon’un bu babaları kısa süre önce geçmiş çağların adamları haline geldiler; bugün Protestanlar modern zamanlara değil, orta çağa ait gibi gözükmektedir ve çoğunu en çok endişelendiren sorunlar günümüz Protestanlığında çok az yer tutar. Bu yüzden Hıristiyanlığın yenilenmesine dair rüyaları sayesinde oluşan büyük sonuçları inkâr mı edeceğiz? Devrimin gerçek gelişmelerinin ilk ustaların heyecanını yaratan büyüleyici görüntülerine hiçbir biçimde benzemediği kabul edilmelidir ama bu görüntüler olmasaydı devrim bu kadar başarılı olabilir miydi? Hayale dayalı edebiyattan tutkuyla hoşlanan bir toplum tarafından oluşturulduğundan “bilim”e tamamen güvenen ve geçmişin ekonomik tarihini pek az bilen birçok ütopya devrimsel mitlerle karıştırılmıştır. Ütopyalar hiçbir sonuca ulaşmamıştır; ancak devrimin on sekizinci yüzyılda sosyal ütopyaları icat edenlerin hayal ettiğinden çok daha derin bir dönüşüm olup olmadığı sorgulanabilir. Günümüzde, Mazzini kendi dönemindeki ukalalar tarafından deli Chimaera15 olarak anılan bir amaç güdüyor, ancak artık kimse Mazzini olmadan İtalya’nın bu kadar büyük bir güç olamayacağını öne süremez ve İtalyan birliği için Mazzini’nin Cavour ve onun okulundan gelen tüm politikacılardan daha fazlasını yaptığını inkâr edemez.
Gelecekteki tarihin bir kısmını oluşturacak ayrıntıları içermesi bakımından mitlere ilişkin bilginin önemi çok fazla değildir; mitler astrolojik almanaklar değillerdir; hatta içerdikleri hiçbir şeyin gerçekleşmemesi de mümkündür – aynı ilk Hıristiyanların beklediği felaket gibi. Gündelik hayatımızda, gerçekte olan şeylerin onlara ilişkin önyargılı nosyonlardan çok farklı olduğu olgusunu yakından tanımıyor muyuz? Ama bu yine de bizim yeni önermeler üretmemizi engellemiyor. Psikologlar görünürdeki amaçlar ile fiili olarak gerçekleştirilen amaçlar arasında farklılıklar olduğunu söylemektedir; hayattaki en küçük deneyim bile, bizlere Spencer tarafından etkilerin çoğulluğu teorisini ortaya çıkarabilmek için doğaya aktarılan bu yasayı gösterecektir.
Mit, bugünkü eylemler için bir vasıta olarak görülmelidir; ne derecede gerçekten geleceğin tarihi olarak ele alınabileceğini tartışmaya çalışmak akıllı bir hareket olmaz. Önemli olan kendi bütünlüğü içindeki mittir; mitin parçaları ise anafikri destekledikleri ölçüde ilgiye değerdir.
Bu adamlar sayesinde genel grevin tam da benim söylediğim şey olduğunu görebiliyoruz: Tüm sosyalizmi içeren mit, yani sosyalizm tarafından modern topluma karşı yürütülen savaşın farklı ifadelerine karşılık gelen tüm hisleri içgüdüsel olarak harekete geçirmeye muktedir görüntüler bütünü. Grevler proletaryanın sahip oldukları en asil, en derin ve en etkili hisleri canlandırdı; genel grev onları işbirliği içindeki bir görüntüde birleştirdi ve onları bir araya getirerek her birinde azami yoğunluk sağladı; belirli çatışmaların acı dolu hatıralarını daha yüksek bir makama ulaştırarak yoğun bir yaşamla birlikte bilinçliliği oluşturan tüm ayrıntıları renklendirdi. Böylece dil ile sağlayamadığımız mükemmel netlikte ve bütünlükte bir sosyalizm sezgisi anında algılanabiliyordu.
Fakirlere efendilerine karşı kıskançlık ve öfke gibi hisler beslememeleri gerektiğini açıklamanın hiçbir faydası olmaz; bu hisler öğütlerle bastırılamayacak kadar güçlüdür; demokrasinin temelde gücünü aldığı şey, bu hislerin toplumda yaygın biçimde mevcut olmasıdır. Tüm organize ordularda neredeyse doğal biçimde oluşan onura başvuran sosyal savaş, ahlakın güçsüz kaldığı bu kötü hisleri ortadan kaldırabilir. Devrimci sendikalizme yüksek bir medenileşme değeri atfetmemizin tek sebebi bunlar olsaydı, bence sadece bu sebep bile şiddet savunucuları karşısında haklı olmamıza yeterdi.
Şiddet içeren grevler ile yaratılacak bir genel grev konsepti, geri dönüşü olmayan bir devirme düşüncesine sahip olduğunu kabul eder. Şiddet proletaryanın zihninde gitgide daha büyük bir yer kazandıkça, bu durumu daha da korkunçlaştıracak bir şey vardır. Ancak ciddi, yenilmesi güç ve yüce bir çalışmayla sosyalistler kendilerini sığ toplumumuzun üzerine çıkarabilir ve dünyaya yeni yollar göstererek değerlerini kanıtlayabilirler.
Parlamenter sosyalistler, Napolyon’un asalet verdiği ve devletin Ancien Regime üzerinde bir güce sahip olması için çalışan memurlarla karşılaştırılabilirler. Devrimci sendikalistler ise her zaman fakir kalacaklarını bildikleri halde kahramanca başarılara imza atan Napolyon ordularına benzetilebilir. Bir imparatorluktan geriye ne kalır? Sadece büyük bir ordunun destanları. Bugünkü sosyalistlerden kalacak olan şey de grevlerin destanıdır.
* Georges Sorel, Şiddet Üzerine Düşünceler, çev. T. E. Hulme, s. 84-85, 126-127, 130-137, 298-299, 1916, George Allen & Unwin Ltd.