Parlamento Zabıtları
Smith, Ricardo, Bastiat ve Smiles gibilerinin savunduğu “bırakınız yapsınlar” prensibi, On Dokuzuncu yüzyılın büyük bölümünde, İngiliz kamu siyasetine egemen olmuş ve İngiliz ekonomisinde, hiç kuşkusuz, büyük bir gelişmeye yol açmış, ancak bu gelişmeye maden ocakları ve fabrikalardaki korkunç şartların yaygınlaşması eşlik etmiştir. Nitekim birkaç parlamento araştırma komisyonunun bu konuda yaptığı çalışmalar içinde, Michael Sadler ve Lort Ashley’in başkanlık ettiği iki komisyonun şartları iyileştirici bir yasa önerisinin altyapısını oluşturmak üzere topladığı bilgiler öne çıkar. Bu çalışmalar sırasında çalışan sınıftan tanıklar sorguya çekilmiş, çalışanlar sosyal reformcuların ihtiyacı olan korkunç gerçekleri dile getirirken, üreticiler hükümetin çalışanlar lehine müdahalesine karşı çıkarak, “bırakınız yapsınlar” ilkesini savunmuştur. Aşağıdaki seçkiler, söz konusu iki komisyon raporundan alınmıştır.
Ekonomik özgürlüğün işçi sınıfı üzerindeki etkileri nelerdir? Sadler Araştırma Komisyonu Huzurunda İfade*
Bay Matheww Crabtree, Çağırıldı ve Sorgulandı
Kaç yaşındasın? – Yirmi iki.
Ne iş yapıyorsun? – Battaniye üreticisiyim.
Daha önce bir fabrikada çalıştın mı? – Evet.
İlk kez kaç yaşında bir fabrikada çalışmaya başladın? – Sekiz.
Ne kadar süre çalıştın? – Dört yıl.
Normal zamanlarda çalışma saatleriniz neydi? – Sabah 6’dan akşam 8’e kadar.
On dört saat? – Evet.
Hangi aralıklarla yemek ve dinlenme molası vardı? – Öğlen bir saat.
Ticaret canlandığında çalışma saatleriniz nelerdi? – Sabah 5’den akşam 9’a kadar.
On altı saat? – Evet.
Akşam yemeği için ne kadar ara vardı? – Bir saat.
İmalathaneden ne kadar uzakta yaşıyordun? – Yaklaşık iki mil.
Kahvaltını imalathanede yapmanı sağlayacak bir düzenleme var mıydı? – Hayır.
Evden ayrılmadan önce mi yapıyordun? – Genellikle.
Uzun çalışma saatleri boyunca dakik olabiliyor muydun; nasıl uyanıyordun? – Nadiren kendiliğimden uyanıyordum; genellikle ebeveynim uyandırıyor, bazen beni uyurken kaldırıyorlardı.
İşe zamanında yetişebiliyor muydun? – Hayır.
Geç kalırsan ne oluyordu? – Çoğunlukla dayak yiyordum.
Şiddetli mi? – Çok şiddetli.
Bu imalathanelerde cezalandırma gün boyu devam ediyor muydu? – Sürekli.
Yani imalathanedeyken sürekli bir ağlama sesi duyuluyordu, öyle mi? – Evet, her zaman.
Sence nezaretçi müşfik biri olsaydı, bu olağandışı çalışma saatleri boyunca çocukları uyanık ve alesta tutmak için yine de dövmesi gerekir miydi? – Evet, makine sürekli tarama yapar, çocuklar gün boyu makinelere uymak zorunda kalır. Nezaretçi ne kadar insancıl olursa olsun, çocukların makineye ayak uydurmaları ve yanlış yapmamaları için onları dürtmek zorundadır ama en sık başvurduğu yol uyuklamaya başlayanları kayışla dövmektir.
İşine ayak uyduramadığın için dayak yemekten korkuyor muydun? – Evet, dayak yeme korkusu uyanık kalmaya yetiyordu.
Akşam eve döndüğünde kendini yorgun hissediyor muydun? – Çok yorgun.
Ailenle geçirecek zamanın oluyor muydu? – Hayır.
Ne yapıyordun? – Eve gittiğimizde tek yaptığımız bir lokma yemek ve hemen yatmaktı. Eğer yemek hazır değilse, hazırlanırken uyur kalırdık.
Bir çocuk olarak sabah o kadar erken saatte yataktan çıkmanın acısını çekiyor muydun? – Evet.
Diğer çocuklar da benzer durumda mıydı? – Evet, hepsi ama hepsi benim kadar uzakta oturmuyordu.
Eğer geç kalırsan insafsızca dayak yiyeceğinden korkuyordun? – Geç kaldığım zaman dayak yiyordum. Sabah kalkınca hep bu endişe içinde olurdum ve imalathaneye gidinceye kadar koşar, bir yandan da ağlardım.
Elızabeth Bentley, Çağırıldı ve Sorgulandı
Kaç yaşındasın? – Yirmi üç.
Nerede yaşıyorsun? – Leeds’te.
Bir fabrikada çalışmaya ne zaman başladın? – Altı yaşındayken.
Kimin fabrikasında çalışıyordun? – Bay Busk’ın.
Ne tür bir imalathane bu? – Kendir imalathanesi.
İmalathanedeki işin neydi? – Küçük doferdim.5
Çalışma saatleriniz neydi? – İzdiham olduğu zaman sabah 5’ten akşam 9’a kadar.
Ne kadar süreyle böyle çalıştın? – Yaklaşık yarım yıl boyunca.
İzdiham olmadığı zamanlarda çalışma saatleriniz neydi? – Sabah 6’dan akşam 7’ye kadar.
Yemek molası ne kadardı? – Öğlen kırk dakika.
Kahvaltı etmek ya da bir şeyler içmek için zaman var mıydı? – Hayır, becerebildiğimiz kadar yapıyorduk.
İşin çokken yemek için zamanın oluyor muydu? – Hayır, yemeği olduğu gibi bırakmak ya da eve götürmek zorundaydık. Biz almazsak nezaretçi alıp domuzlarına veriyordu.
Sence doferlik zahmetli bir iş mi? – Evet.
Yapmak zorunda olduğun işi açıklar mısın? – Tezgâhlar dolduğu zaman onları durdurmak, fitil makinelerini çıkarmak, dolu masuraları çıkarmak ve silindirlere taşımak, sonra boş olanları takmak ve tezgâhı yeniden çalıştırmak.
Bu seni sürekli ayakta mı tutar? – Çok fazla tezgâh vardır ve hepsi çok hızlı çalışır.
İşiniz çok fazla, öyle mi? – Evet, hiçbir şey için vaktiniz olmuyor.
Diyelim ki, yoruldunuz ya da işe geç kaldınız, ne yaparlar? – Kayışla döverler.
Doferlikte en sona kalana dayak atma alışkanlığı var mı? – Evet.
Sürekli? – Evet.
Hem kızlara hem de erkeklere, öyle mi? – Evet.
Hiç kayışla dövüldünüz mü? – Evet.
Şiddetli? – Evet.
Bu fabrikada yemeğinizi rahatça yiyebiliyor muydunuz? – Aslında hayır, yiyecek çok şeyim olmuyordu zaten, onu bile yiyemiyordum. İştahım kaçardı ve imalathane tozla kaplı olduğundan yiyeceğimi eve götürmeye değmezdi. Yiyemediğim için nezaretçi alıp domuzlarına verirdi.
Kahvaltıdan bahsediyorsun? – Evet.
Akşam yemeği için ne kadar uzağa gidiyordun? – Yemek için eve gidemiyordum.
Nerede yiyordun? – İmalathanede.
İmalathaneden uzakta mı yaşıyordun? – Evet, iki mil.
Belirli bir saati var mıydı? – Hayır.
Sabah işe geç kaldın diyelim, ne olurdu? – Dörde bölünürdük.
Ne demek istiyorsun? – Eğer çeyrek saat geç kalırsak yarım saatlik ücreti keserlerdi; saatte sadece bir peni alıyorduk, yarım peniyi geri alırlardı.
Ceza, kaybedilen zamandan daha önemliydi? – Evet.
Geç kaldığınız için dayak da yediniz mi? – Hayır, ben hiç dayak yemedim, geç kaldığı için dövülen erkek çocuklar gördüm ama.
İşe zamanında gidebiliyor muydun? – Evet, annem sabah ikide yataktan kalkmış olurdu; kömür işçileri üç ya da dört civarı işlerine giderdi, annem onların seslerini duyunca sıcak yatağından kalkıp dışarı çıkar ve saati sorardı. Bazen çok yağmur yağdığında, sabah ikide arabasında olur, imalathane açılana kadar orada beklemek zorunda kalırdım. (...)
* Report of the Sadler Committee, Parliamentary Papers, 1831-1832.
Lord Ashley’in Maden Komisyonu Huzurunda İfade*
Sarah Gooder, 8 Yaşında
Ben Gawber maden ocağı işçisiyim. Bu beni yormuyor, ama karanlıkta çalışmak zorundayım ve korkuyorum. Sabah saat dörtte, bazen üç buçukta işe gidiyorum ve beş buçukta çıkıyorum. Uykuya dalamıyorum. Bazen ışık olduğunda şarkı söylüyorum ama karanlıkta değil; o zaman buna cesaret edemiyorum. Ocakta olmayı sevmiyorum. Bazen sabahları madene giderken çok uykulu oluyorum. Pazar okuluna gidiyorum ve “Kolay Okuma”yı okuyorum. [Harfleri biliyor ve küçük kelimeleri okuyor.] Bana dua etmeyi öğretiyor. [Lord’s Prayer’ı okudu, kusursuz değildi ve ardından şöyle devam etti:] “Tanrım, babamı ve annemi, erkek kardeşimi ve kız kardeşimi, amcalarımı, teyzelerimi, kuzenlerimi ve herkesi bağışla. Tanrım beni bağışla ve iyi bir kul yap. Amin. Çoğu kez İsa Peygamberi duydum. Neden yeryüzüne geldiğini ve neden öldüğünü bilmiyorum ama yanında başını dayaması için taşlar vardı. Ocakta olmaktansa okulda olmayı isterdim.”
Thomas Wılson, Üç Kömür Ocağı Sahibi
Herhangi bir ticari işle hükümet müdahalesine ilkesel olarak karşı çıkıyorum ve bu durumun maden ocaklarında büyük zarar ve adaletsizliğe yol açacağına inanıyorum. Madencilik sanatının anlaşılmadığını düşünüyor, ne kadar deneyimli olursa olsun, herhangi birinin bir kömür ocağının nasıl idare edileceğini dikte etmesine izin vermenin özel bir işin yönetimine müdahaleyi haklı göstermeyeceğine inanıyorum. Bu durum, buralarda çalıştırılan çocukların Fabrika Yasası kapsamına alınmasına engeldir, buna kesinlikle karşıyım. Öncelikle şu nedenle ki, bu çocukların işvereni olarak kömür ocağı sahiplerinin onların eğitiminden sorumlu tutulmaları halinde, bu yükümlülük diğer tüm işverenler için de söz konusudur ve bu yüzden sınıfsal ayrımcılık ima eder, yani adil değildir. İkincisi, eğer yasama, eğitimi güvenceye almak için bir müdahalede bulunursa, bu müdahaleyi genele yaymak zorundadır. Üçüncüsü, bu çevredeki madenci nüfusu, her mahalde çok küçük birimler halinde ve diğer sınıflarla iç içe olduğundan, onlar için ayrı okullar açmak imkânsızdır.
Isabella Read, 12 Yaşında, Kömür Taşıyıcısı
Babam iki yıl önce öldüğü için anneme yardım etmek için çalışıyorum. Annem evde oturuyor, solunum güçlüğü çekiyor ve erken yaşta çalışmaya başladığı için sağlıksız. Kız ve erkek kardeşimle birlikte çalışıyoruz ve çok zor bir iş; ocağın dibinden yukarı kaç gelberi ve sefer yaptığımı söyleyemem; sanırım ortalama otuz ya da yirmi beş; mesafe yüz ile iki yüz elli kulaç6 arasında değişir.
Sırtımda yaklaşık elli kilo yük taşıyorum; çok fazla eğilmek, çoğunlukla baldırlarıma kadar gelen suda sürünmek zorunda kalıyorum. İlk kez aşağı indiğimde kömürü beklerken sıcaktan ve yorgunluktan sık sık uyuyakalıyordum.
Ben de, kız arkadaşlarım da işi sevmiyoruz ama çalışmaya mecburuz. Hava çok sıcak olduğu için nefes almak zor oluyor ve sık sık ışıklar sönüyor.
* Lord Ashley’s Mines Commission, Parliamentary Papers, 1842.