Kuyrukluyıldızın Yansımaları*
Pierre Bayle (1647-1706), Güney Fransalı bir Huguenot vaizinin oğlu olarak dünyaya geldi. Toulouse’ta okurken kısa bir süre Katolikliğe dönmüş olmakla birlikte, Kalvinist itikadı zamanla geri gelmiş, bu defa XIV. Louis’nin baskıları nedeniyle Fransa’dan kaçmak durumunda kalmıştır. İsviçre ve Almanya’da geçirdiği birkaç yıldan sonra, Hollanda’daki Rotterdam şehrine yerleşip tarih ve felsefe öğretmeye başlar. 1680, Avrupalı astronomları fevkalade heyecanlandıran kuyruklu yıldızın doğaüstü sonuçlarına ilişkin tartışmaların hızlandığı bir yıldır. Bayle, tepkisini 1680’deki Kuyrukluyıldızın Yansımaları [Pensées diverses sur la comète de 1680] adlı kitabında belirtir. Bayle hayatının geri kalanını bilime ve edebi faaliyetlere adamış, bu faaliyetlerin bazıları yüzünden sadece Katoliklerin Bousset gibi sözcüleriyle değil, Hollanda’da sürgünde bulunan Huguenot cemaatinin liderleriyle de ihtilafa düşmesine neden olmuştur. Genelde muazzam eseri Tarih ve Eleştiri Sözlüğü (Dictionnaire Historique et Critique,1697) ile hatırlansa da bu ihtilaflı çalışması bile, bilimsel bir söylev gibi başladığı halde, dinsel zulmün yeni bittiği hatta bazı yerlerde devam ettiği bir dünyanın acil meselelerine değinen Yansımalar kitabının on beş yıl önce yarattığı etkiyi aşamamıştır.
Ateistleri kalplerindeki niyete göre değerlendirirsek, ne ilahi yargı korkusuyla kısıtlandıklarına ne de cennetteki güzelliklerin ümidiyle dine yönelmediklerine göre, kendilerini tutkularına bırakmaları gerektiğini düşünürüz. Bu söyleyebileceğimiz en kötü şeydir, herhangi bir ateist kavmin tarihçesi elimizde yoktur: Eğer elimizde olsaydı tanrısız insanların ne kadar aşırıya kaçabileceğini ve birden çok tanrısı olanlardan ne kadar ileri gittiklerini (veya gitmediklerini) görmüş olurduk. Hiçbir dine sahip olmayan bir milletin toplumsal davranışları, yasaları ve gelenekleri hakkında güvenilir bilgilere sahip olana kadar, putperestlerin en kötü günahları kadar ileri gideceklerini düşünebiliriz. Bunun için sadece Aziz Pavlus’un günahlar kataloğunu okumamız yeterli olacaktır; putperestlerin içine gömüldükleri günahların üzerine en şiddetli ateistler bile çıkamaz. Kâfirlerin tarihini ve antik dönemden kalan diğer bilgileri incelersek ateistlerin yapabileceği hayvani doğadışı iffetsizliklerin, sınırsız tutkuların, kindarlığın ve hasedi, doymak bilmez tamahkârlığın, vahşi zalimliklerin ve en derin ihanetlerin antik kâfirler tarafından büyük bir öfke ile gerçekleştirildiğini görürüz; o kâfirler ki neredeyse yeryüzündeki yaratık sayısı kadar tanrıya tapmıştır. (...)
Gelin şu fikirde birleşelim: Kalpler tamamen Tanrı’ya adanmadıkça ve Kutsal Ruh’un lütfuyla kutsanmadıkça Tanrı bilgisi ve Takdir-i İlahi kavramı arzuları dizginlemeye yetmez; neticede tam anlamıyla cahil bir durumdaymış gibi şehvetin kollarına koşarlar. Ellerindeki tüm bilgi sadece görünüşte bazı ibadetler yapmalarına yeter, bunlar ancak Tanrı ile bir uzlaşma sağlamaya çalışmak için yeterlidir. Bu bilgi onları tapınaklar yapmaya, kurbanlar adamaya, dualar etmeye veya böylesi şeyler yapmaya sevk edebilir ama onurlarından vazgeçmelerini, haram yoldan kazanılmış zenginliklerini sahiplerine iade etmelerini veya azgın iştahlarını kırmalarını sağlamaz. Tüm günahların kaynağı olan şehvet hem ateistlerin hem de putperestlerin kalplerine tamamen hükmettiğine göre, her iki grubun da aşırılıklara boğulması normaldir; dinden daha sağlam bir engel, yani insanların uğursuzluklarını kontrol edecek insani yasalar bulamadıkları sürece medeni toplumlar oluşturmaları da beklenemez. Bu da bize, gevşek ve muğlak bir Takdir-i İlahi düşüncesinin insan iradesinin azgınlıklarını düzeltebileceğine inanmak için pek az nedenimiz olduğunu gösterir. (...) Bu izlenimin insanların zihinlerinde ne gibi etkiler yaptığı, tapınakları ve sunakları ve tanrıları için nasıl savaştıkları gayet iyi bilinmektedir; kendi tanrısının davasında zafer kazanacağından emin olan kişinin harekete geçmesi nasıl da neşeli ve cesurcadır; doğal önyargılarıyla dininin düşmanlarına nasıl da heyecanla saldırır. Sahte bir dinin devletlerin refahına yapabileceği tek katkı budur. (...)
Ancak putperestler diğer suçlar açısından ateistlerle aynı düzeyde olsalar bile tanrılara ihanet etme konusunda onları çok aşmıştır. Çünkü yazarları dikkate bile almadan, yazılmış olan metinlerdeki basit kelimelerine ve ilahiyat hakkında kâfirce konuşmalarına bakarsak, sadece şiirlerinde değil, basit düzyazılarında da gayet yaygın olan bir durum vardır: Paganların tanrılarından memnun olmadıklarında onları tahtlarından indirdiklerini hepimiz bilmiyor muyuz? (...)
Paganlarda gördüğüm bir başka bariz dinsizlik de tanrılaştırdıkları insanların dünyada yaşamaya uygun olmamalarıdır; örneğin erkek kardeşi Caligula ile yaşadığı ensest yakınlaşma yüzünden kötülüğüyle tüm dünyanın tanıdığı Drusilla9; İmparator Adrian’ın sakisi olan ve sadece imparatorun hayatı süresince değil, sonraki iki yüzyıl boyunca da ilahmış gibi saygı gören Antinous10; Biri Antonin’in, diğeri de Marcus Aurelius’un karısı olan, özellikle de dünyadaki en değerli adamla evli olduğu halde kendisini bir gladyatöre satan kızı skandallar yaratan, yaşadıkları şehirde aşırı ahlak dışı yaşamlarıyla ünlenen ana-kız olan iki Faustina11. (...)
Bu suçlardan dolayı ateistler suçlu sayılmasalar da putperestler suçlu sayılır. Zihninizde böylesi suçların rengi nedir? Olabilecek en kara suçlar, ilahi doğaya göre en büyük onursuzluklar. (...) Ateizmin en korkulacak durum olduğuna inanmamızı sağlayan şey, vicdanımızın bize dikte ettiği ve sadece gerçek kaynağını incelemek amacıyla insan eylemlerinin temel kuralı olarak kabul ettiği yaygın bir önyargıdır. Çünkü dünya şunu tartışmaktadır: İnsan akıllı bir öznedir ve bilmeden asla arzu etmez; o, zaman içinde mutlaka mutluluğu arzulamalı ve ıstıraptan nefret etmelidir ve bu amaçlara uygun vasıtaları seçmelidir. Bu durumda, dünyayı yöneten ve hiçbir şeyin kendisinden gizlenemediği, erdemlileri sonsuz bir mutlulukla ödüllendiren ve kötüleri bitmeyen acılarla cezalandıran bir Takdir-i İlahi olduğuna ikna olursa, erdemin yolundan ayrılamaz ve kötülükleri terk eder, bedensel tutkularından vazgeçer, çünkü bilir ki bir anlık zevki bitmeyen acılarla ödeyecektir. (...)
İnsan olup biten şeyleri kendi fikirlerine ve metafizik soyutlamalarına göre değerlendirirse bunlar gayet güzel ve doğru görünür. Ancak işin kötü yanı, bunların gerçek hayatta böyle olmamasıdır. Başka bir dünyadan insanlardan Hıristiyan davranışları hakkında bilgi istense ve onlara sadece Hıristiyanların akla ve sağduyuya sahip yaratıklar oldukları, mutluluğu aradıkları, ilahi yasaya uyan kişiler için bir cennet ve uymayanlar için bir cehennem olduğu anlatılsa, diğer dünyadaki insanlar şüphesiz Hıristiyanların durmaksızın İncil’in emirlerini uyguladıklarını, aralarındaki tek çekişme konusunun, eğer çekişmeleri mümkünse, merhamet, dua, haksızlıkların affedilmesi gibi hayır işlerinde birbirini geçmek olacağını düşünürdü. Ancak böylesi güzel bir hüküm nasıl gerçekleşebilir? Onların düşündüğü Hıristiyan saf bir idea’dır. Çünkü onu tüm kör noktalarıyla birlikte yaklaşık olarak tasarladıklarında iyi fikirlerinden kısa zamanda vazgeçeceklerdir ve eğer bu dünyanın gidişatını iki hafta görseler, bu dünyadaki insanların vicdanlarının izinde yürümediğini söyleyeceklerdir.12
* Pierre Bayle, Kuyrukluyıldızın Yansımaları, Londra, Morphew, 1690, s. 258-263, 264-271.