I. Cilt
( - 1350)

II. Cilt
(1350 - 1650)

III. Cilt
(1650 - 1800)

IV. Cilt
(1800 - 1970)

Kutsal Kitap’tan Alınan Politika*

Piskopos Bossuet

Kutsal Kitap’tan Alınan Politika (Politique tiree des propres paroles de l’Ecriture Sainte), Jacques Benigne Bossuet’in 1670 ile 1681 yılları arasında özel öğretmeni olduğu, Kral XIV. Louis’in oğlu olan veliaht prensin eğitimi için yazdığı üç risaleden biridir. Diğer iki risale Tanrı’nın ve insanın doğasından ve Tanrı’nın tarih üzerindeki takdirinden bahseder. Politique ise hükümdarın haklarından ve görevlerinden bahseder, kralların tanrısal hak felsefesinin mükemmel bir örneğidir. Daha sonra Meaux Piskoposu olan Bossuet (1627-1704) kendi çağının en büyük hatip ve ilahiyatçılarından biri olarak tanınır.

Kraliyet otoritesinin dört niteliği vardır: Birincisi, otoritesinin kutsallığıdır; ikincisi, babadan oğla geçmesidir; üçüncüsü, mutlaklığıdır; dördüncüsü, akla boyun eğmesidir.

Tüm gücün Tanrı’dan geldiğini zaten görmüştük.

Aziz Pavlus şunu ekler: “Hükümdar, senin iyiliğin için Tanrı’ya hizmet etmektedir. Ama kötü olanı yaparsan, kork! Hükümdar, kılıcı boş yere taşımıyor; kötülük yapanın üzerine Tanrı’nın gazabını salan öç alıcı olarak Tanrı’ya hizmet ediyor.” (Romalılar 13:4).

Hükümdarlar Tanrı’nın vekilidir ve onun dünyadaki yardımcılarıdır. İmparatorluğuna onlar üzerinden hükmeder. “Şimdi de siz Davut soyunun elindeki Tanrı’nın Krallığı’na karşı gelmeyi tasarlıyorsunuz” (2. Tarihler 13:8).

Bu nedenle, daha önce de gördüğümüz gibi, kraliyet tahtı bir insanın tahtı değildir, Tanrı’nın kendi tahtıdır. “Yehova, bütün oğullarım arasından İsrail’de Yehova’nın krallığının tahtına oturtmak için oğlum Süleyman’ı seçti.” (1. Tarihler 28:5) Ve: “Böylece Süleyman babası Davut’un yerine Yeho-va’nın tahtına oturdu” (1. Tarihler 29:23).

Tüm bunlardan anlaşıldığı üzere, krallar kişi olarak kutsanmıştır ve hayatlarına yönelik bir saldırı, kutsal olana karşı bir saygısızlıktır.

Tanrı peygamberleri tarafından onların kutsal yağ sürerek kutsanmasını sağlar, aynı piskoposların ve diğer vekillerin kutsandığı gibi.

Ancak bu kutsamanın harici uygulamaları mevcut olmasa da hükümdarlar üstlendikleri görevle, yani ilahi majestelerinin temsilcisi olarak onun planlarını yürütmek için onun takdiriyle vekalet edeceklerinden kutsanmış sayılırlar.

Aziz Pavlus hükümdarın Tanrı’nın vekili olduğunu söyledikten sonra şunu ekler: “Bunun için, yalnız Tanrı’nın gazabı nedeniyle değil, vicdan nedeniyle de hükümdara bağlı olmak gerekir” (Romalılar 13:5).

Yeniden: “Ey köleler, dünyadaki efendilerinizin her sözünü dinleyin... Her ne yaparsanız, insanlar için değil, Rab için yapar gibi candan yapın. Rab Mesih’e kulluk ediyorsunuz” (Koloseliler 3:22-23).

Eğer havari doğal olmayan bir durum olan kölelikten bahsediyorsa, halkın özgürlüğünü koruyan hükümdarlara ve yargıçlara meşru biçimde itaat etmek hakkında ne düşünmeliyiz!

Hükümdar görevini yapmasa dahi onun görevine ve vekaletine saygı göstermeliyiz. “Ey hizmetkârlar, efendilerinizin yalnız iyi ve yumuşak huylu olanlarına değil, ters huylu olanlarına da tam bir saygıyla bağımlı olun” (1. Petrus 2:18).

Hükümdara gösterdiğimiz saygıda dini bir yan vardır. Tanrı’ya hizmet etmek ve krala saygı göstermek tek ve aynı şeydir; Aziz Petrus bu iki görevi birleştirir: “Tanrı’dan korkun, krala saygı gösterin,” (1. Petrus 2:17).

Ancak, güçleri yukarıdan geliyor diye hükümdarlar bu gücü istedikleri gibi kullanabileceklerini düşünmemelidir; bunun yerine korku ve ihtiyatla kullanmaları yerinde olur, çünkü bir şey Tanrı’dan geliyorsa, Tanrı o şeyin hesabını ayrıntılı biçimde sorar. (...)

Bu yüzden krallar Tanrı vergisi güçlerini kullanırken titremeli ve yanlış kullanmanın nasıl bir saygısızlık olacağını düşünmelidir. (...)

***

Kraliyet otoritesi babadan oğla geçer ve bunun kendine özgü karakteri iyiliktir.

Kralların yerlerini Tanrı’ya, yani insan ırkının gerçek babasına borçlu olduğunu görmüştük. Ayrıca insanoğlunun öğrendiği ilk güç fikrinin babadan oğla geçen güç olduğunu ve kralların babaları model aldığını da görmüştük.

Ayrıca herkes kamu gücüne karşı gösterilen itaatin On Emir içinde, ailelerini onurlandırma görevi veren emirde bulunduğu konusunda hemfikirdir. Tüm bunlardan anlaşılan, kral isminin baba ismiyle aynı olduğu ve iyiliğin, kralların en doğal karakteri olduğudur.

Kraliyet otoritesi mutlaktır.

Bu terimi iğrenç ve desteklenemez hale getirmek için bazı insanlar mutlak ve keyfi hükümeti birbirine karıştırmaya çalışırlar. Ancak adaletten bahsettiğimizde göreceğimiz gibi, bu ikisi kadar birbirinden farklı iki şey yoktur.

Hükümdar emirleri için kimseye hesap vermez.

Adaletin kendisi olduğu için hükümdara itaat etmemiz gerekir, adalet yoksa insan ilişkilerinde ne düzen ne de amaç kalır.

Onlar Tanrı’dır ve ilahi özgürlüğün bir parçasıdır. (…)

Egemen bir hükümdar her şeyi ellerinde ve bir arada tutar, hem hüküm verme konusundaki egemen otoriteyi hem de devletin tüm güçlerini...

Majeste, Tanrı’nın görkeminin hükümdardaki görüntüsüdür.

Tanrı sonsuzdur, Tanrı her şeydir. Bir prens, prens olduğu sürece herhangi bir kişi olarak görülemez. O artık kamusal bir kişiliktir, tüm devlet onda vücut bulur; tüm halkın iradesi onun iradesi içinde anlaşılır. Nasıl ki tüm mükemmellikler ve tüm erdemler Tanrı’da birleşmişse, bireylerin tüm gücü de hükümdarın kişiliğinde birleşir. Tek bir kişide bir araya gelen ne büyük bir görkem!

Tanrı’nın gücü dünyanın bir ucundan diğer ucuna kadar bir an içinde hissedilir. Kraliyet gücü de tüm krallıkta aynı zamanda hükmeder. Tüm krallığı, Tanrı’nın tüm dünyayı tuttuğu gibi, yerinde tutar.

Tanrı elini çekse tüm dünya çöker; krallıktaki otorite yok olsa her şey karışır. Hükümetin amacı devletin iyiliği ve korunmasıdır. (...)

Devletin varlığının iyi bir yapıya sahip olması iki şeye bağlıdır: Dine ve adalete. Bunlar devletin dahili ve asli prensipleridir. İlkiyle Tanrı’ya ait olanı O’na veririz; diğeriyle de insana ait olanı insana...

Hükümdar, otoritesini kullanarak kendi devletindeki düzmece dinleri yok etmelidir.

O, dine dayanan kamu huzurunun koruyucusudur ve daha önce gördüğümüz üzere, bunun temeli olan tahtını muhafaza etmelidir. Dinin serbest olması gerektiğini söyleyerek hükümdarın din konusunda katı ve kesin kararlar almasını zorlaştıranlar kâfirce bir hata içindedir. Aksi takdirde tebaası arasında ve tüm devlette putperestliğe, Muhammediliğe, Yahudiliğe ve tüm düzmece dinlere katlanması gerekecektir; dine küfretme, hatta ateizm, ve büyük suçlar cezasız kalacaktır...

* Oeuvres de Bossuet (Paris, Firmin Didot Freres, 1862), cilt I, s. 322-325, 333-334, 370, 383-384, 390.

Bu platformun teknik altyapısı Zekare Bilgi Teknolojileri tarafından sağlanmaktadır.