I. Cilt
( - 1350)

II. Cilt
(1350 - 1650)

III. Cilt
(1650 - 1800)

IV. Cilt
(1800 - 1970)

Hz. İsa’nın Yaşamı*

David Friedrich Strauss

Bu eserin yazarına göre eserin ilk yarısı halkın takdirine sunulmuştur, çünkü İsa’nın yaşamını değerlendirme konusundaki natüralizm üstü ve natüralist fikirlerden oluşan antikleşmiş sistemin yerine yeni bir düşünce biçimi ikame edilmelidir. Antikleşmiş teriminin bu kullanımı, önceki sistem yerine sonraki sistemle ilişkili olarak düşünüldüğünde daha kolay kabul edilecektir. Mucizelerin ve tahmini olguların rasyonalistler tarafından açıklanmaları ile uyandırılan ilgi uzun süre önce sönmüşse de bugünlerde çok okunan düşünceler, hâlâ kutsal tarihi modern zevklere uygun hale getirmek için doğaüstü yorumu uyarlamaya çalışıyorlar. Ancak aslında bu tarihin ortodoks bakış açısı rasyonalistlerden önce zaten emekliye ayrılmıştı çünkü ortodoks bakış açısı, rasyonalistlerin geliştirdiği gelişmiş kültür düzeyini artık tatmin edemiyordu; atalarımızın mistik felsefenin yardımıyla doğaüstü bakış açısını yeniden canlandırmak için tekrar çabalamaları, anlayışlarının getirdiği abartılı ruh haliyle geçmişi bugün, anlaşılmazı anlaşılır kılmak için harcadıkları son ümitsiz çabalar yüzünden kendilerini kandırmalarına sebep oldu.

Yukarıdakinin yerini alması gereken yeni bakış açısı mitsel olmalıdır. Bu teori, ilk defa bu çalışmada İsa’nın öğretilerinin tarihine uygulanmak için oluşturulmamıştır; bu teori uzun zamandır bu tarihin çeşitli bölümlerine uygulanmıştır ve burada tarihin tüm akışına uygulanacak biçimde genişletilmektedir. İsa’nın tüm tarihinin mitsel biçimde sunulması asla hedeflenmemiştir, ancak her bir parçasının eleştirel bir incelemeden geçirilmesini, mitsel katkılar içerip içermediğinden emin olunmasını hedeflemektedir. Antik kilisenin yorumu iki varsayım oluşturuyordu: İlki, İncillerin bir tarih içerdiği; ikincisi ise, bu tarihin doğaüstü olduğuydu. Rasyonalizm bu varsayımlardan ikincisini reddetti, ama sadece ilkine daha sıkı tutunabilmek için; bu kitapların hilesiz ama sadece doğal bir tarih içerdiğini iddia ettiler. Bilim bu yarım önlemle tatmin olamaz. Bu yüzden diğer varsayımdan da vazgeçilmelidir ve ilk önce İncillerdeki zeminimizin gerçekte tarihsel olup olmadığı, eğer tarihselse ne derecede tarihsel olduğu sorgulanmalıdır. Eşyanın doğası bunu gerektirir, bu nedenle de bunun gibi bir çalışmanın ortaya çıkması sadece haklı değil, gereklidir de.

Bu konumda ortaya çıkmanın tam da bu eserin yazarının işi olduğu kesinlikle iddia edilemez. Böylesi bir eseri karşılaştırılamaz derecede üstün bir ilimle yazabilecek olan birçok başka yazar kadar parlak bir bilince sahiptir. Diğer yandan, yazar bu görevi üstlenmek için özellikle uygun olan en azından bir niteliğe sahip olduğuna inanmaktadır. Bugünkü çok eğitimli ve zeki teologların çoğunluğu böylesi bir çalışmanın temel gerekliliğine sahip değildir; bu gereklilik, yani belirli dinsel ve dogmatik varsayımların getirdiği hislerden ve zihinsel yapıdan içsel biçimde özgürleşme olmadığı takdirde, ne derecede bilgi sahibi olursa olsun, hiç kimse eleştirel alanda bir başarı kazanamaz; yazar da felsefe çalışmaları sayesinde bu niteliği çok erken elde etmiştir. Eğer teologlar eserlerinde bu varsayımların olmayışını Hıristiyanlık dışı bir durum olarak görürse, o da onların varsayımlara inanmasını bilim dışı olarak görecektir. Bu açıdan bu eserin tonu, benzer konularda son zamanlarda çıkan kitapların eğitici dindarlığına ve coşkulu mistisizmine zıt bulunabilir; ancak bilimin ciddiyetinden hiçbir noktada ayrılmaz veya uçarılıklara saplanmaz; buna karşılık, bu esere ilişkin yargıların da kendilerini bilim alanıyla sınırlamaları ve bağnazlıktan ve fanatizmden uzak olmalarını istemek sanırım adil bir talep olacaktır. (...)

***

İncil tarihinin belirli kısımlarına uyguladığımız mit ifadesini kullandığımız kesin anlam şu ana kadar söylenen şeyler sayesinde apaçık ortadadır; bu tarihte karşılaşacağımız mitlerin farklı türleri ve dereceleri öngörü yoluyla belirlenebilir.

İsa’nın öğretilerine ilişkin mitler dediğimizde doğrudan veya dolaylı olarak İsa ile ilgili öyküleri kastediyoruz; bunlar bir olgunun ifadesi olarak değil, onun ilk takipçilerinin fikirlerinin ürünleri olarak düşünülmelidir; böylesi hikâyeler, bu karakteri ne kadar yansıtıyorsa o kadar mitseldir. Terimin bu anlamıyla mitler İncil’in her yerinde mevcuttur; bazen saf haliyle öykünün özünü oluşturur ve bazen de gerçek tarihin tesadüfi bir eki olarak ortaya çıkar.

İncil’deki saf mitler iki kaynakta bulunabilir; bu iki kaynak farklı oranlarda olsa da mitin oluşumuna birlikte katkıda bulunurlar. Kaynaklardan biri, daha önce de bahsedildiği gibi, İsa’dan önce Yahudilerin zihinlerinde farklı biçimlerde mevcut olan Mesih düşünceleri ve beklentileridir ve ondan bağımsızdırlar; diğeri ise İsa’nın kişisel karakteri, eylemleri ve kaderi sonucunda oluşan izlenimdir ve bu izlenim bu insanların zihnindeki Mesih fikrinin değişmesini sağlamıştır. Görünüm değişiminin tarifi neredeyse tamamen ilk kaynaktan türemiştir; ikinci kaynaktan alınan tek güçlendirme, ölümünü sırasında dağda İsa ile birlikte olan kişilerdir. Diğer yandan İsa’nın ölümü sırasında tapınağın perdesinin yırtılması hakkındaki öykünün kaynağı İsa’nın ve ardından onun kilisesinin Yahudi tapınağı ibadetleri ile olan ilişkisinin düşmanca konumu gibi görünmektedir. Burada elimizde tarihsel bir şey vardır, ancak sadece karakterin, konumun vb. genel özelliklerinden oluşmaktadır; bu nedenle, derhal tarihsel mitlerin zeminine geliyoruz.

Tarihsel mitlerin temelinde dinsel coşku ile ele geçirilmiş ve İsa fikrinden oluşturulan mitsel konseptlerle sarılmış, belirli ve münferit bir olgu vardır. Bu olgu, mucizevi tarihsel olaylara dönüştürülmüş biçimde İncillerde var olan “balıkçı adamlar” veya kurumuş incir ağacı hakkındakiler gibi İsa’nın sözleri olabilir veya onun hayatından alınmış gerçek bir eylem veya olay olabilir; örneğin vaftiz konusundaki mitsel özellikler böylesi bir gerçeğin üzerine bina edilmiş olabilir. Bazı mucizevi tarihi bilgilerin de kaynağı kısmen, öyküler tarafından ya doğaüstü bir ışık altında anlatılan ya da mucizevi olaylarla zenginleştirilen doğal olaylar olabilir.

Burada sıralanan tüm tasvir türleri haklı biçimde mit olarak adlandırılabilir; George’un modern ve kesin tanımına göre bile, geleneklerle zaman içinde oluşturulan veya tek bir yazar tarafından yaratılan şeyleri içerdiği için tarih dışı da olsa her durumda bir düşüncenin ürünüdür. Ancak tarihin sözlü anlatımla uzun zaman boyunca aktarılmanın doğal sonucu olarak tanımsızlık ve bağlantı isteğiyle, yanlış anlama veya dönüştürmeyle, garip bileşimler veya kafa karışıklığıyla karakterize edilebilecek parçaları için veya tam tersine, yine geleneksel kökeni işaret eden çok renkli ve görsel sunumlarla değerli hale getirilen parçaları için destansı sözü kesinlikle daha uygundur.

Son olarak, bir yanda bir fikri örtmek için kullanılmayan, diğer yanda da gelenekler tarafından atıfta bulunulmadığını kabul eden şeyleri mitten ve destandan ayırmak gerekir; bunlar yazarın eklemeleri olarak ve tamamen bireysel biçimde, sadece sunuma açıklık, bağlantı ve bir zirve eklemek için tasarlanmıştır.

Bu sıralama sadece İncillerdeki tarih dışı şeylerin çeşitli biçimlerine atıfta bulunur; muhtemelen içerdikleri tarihi şeylerden vazgeçmeyi içermez.

İncil’de, hem dışsal hem de içsel zeminlerdeki mitsel ve destansı şeylerin muhtemel varlığını gösterdikten ve onların ayrıcı karakteristiklerini tanımladıktan sonra, sonuç olarak onların fiili varlığının münferit durumlarda nasıl tanınabileceğini sorgulamak gerekir.

Mitin iki yönü vardır: İlk olarak, mit tarih değildir; ikinci olarak, mit uydurmadır, belirli bir topluluğun belirli bir zihinsel eğiliminin ürünüdür. Bu iki evre bize miti tanımlayan, biri pozitif, diğeri negatif iki ölçüt sunar.

Negatif: İlgili konunun, tarif edilen şekilde yer almış olamayacağı bir beyanın tarihsel olmadığı açıktır.

Pozitif: Öykü, olayların gelişimine dair bilinen, evrensel yasalarla uzlaştırılamıyorsa. Tüm doğru felsefi düşüncelere ve tüm güvenilir deneyimlere uygun bu yasalara göre mutlak sebep, keyfi müdahalelerle asla ikincil sebepler zincirini kırmaz, bunun yerine sınırlı nedensellikler ve bunun karşılığı bazı eylemler üreterek kendini ortaya koyar. Bu yüzden doğrudan ve şahsen Tanrı tarafından yapıldığı açıkça söylenen veya ima edilen belirli fenomenler veya olaylara ilişkin bir rivayet duyduğumuzda (ilahi görüntüler – göklerden gelen sesler vb.) veya insanların doğaüstü güçler elde ettiği durumlarda (mucizeler, kehanetler) bu rivayetler tarihsel olarak düşünülemez. Genelde ruhsal dünyanın insanlar tarafından altüst edilmesi tasdik edilmemiş kayıtlarda bulunuyor ve tüm doğru düşüncelerle uzlaşmaz görünüyorsa, meleklere ve şeytanlara, bunların insan biçiminde görünmesine ve insanların işlerine karışmasına dair öyküler tarihsel olarak asla kabul edilemez.

* David Friedrich Strauss, İsa’nın Yaşamı, çev. Marian Evans, New York, Calvin Blanchard, 1860, cilt I, s. 3-4, 69-71.

Bu platformun teknik altyapısı Zekare Bilgi Teknolojileri tarafından sağlanmaktadır.