I. Cilt
( - 1350)

II. Cilt
(1350 - 1650)

III. Cilt
(1650 - 1800)

IV. Cilt
(1800 - 1970)

Hükümet Biçimlerine Dair Deneme*

Kral II. Frederick

1712 yılında doğan II. Frederick, 1740 yılından 1786’daki ölümüne kadar Prusya Kralı’ydı ve daha o zamandan “Büyük Frederick” olarak anılıyordu. Hesapçı bir diplomat ve başarılı bir komutan olarak aslında fakir olan Kuzey Alman Krallığı’na büyük kazanımlar sağladı ve düşman koalisyonlara karşı yürütülen üç tehlikeli savaştan güven içinde çıkılmasını sağladı. Sivil yönetim konusunda da eşit derecede büyük bir üne sahipti, bürokrasiyi yorulmak bilmez bir şekilde izlemeye aldı ve kendi yoğun çalışma temposuyla onlara örnek oldu. Ancak liberal reformlar söz konusu olduğunda, aralarında bazı Fransız filozofların da bulunduğu hayranlarının sandığından çok daha az “Aydınlanmış” bir despottu. Kralın yayınlanan eserleri okunduğunda ne zaman gerçekten inandığı şeyleri, ne zaman ise kamuoyunun ondan beklediği şeyleri söylediğini bilmek pek kolay değil. Yine de hükümdarlığının geç dönemlerinde yazılan Hükümet Biçimlerine Dair Deneme adlı eseri bir monark olarak yaptığı icraatlarına ilişkin fiili kayıtlara gayet iyi uyuyor. Özellikle sonuç paragrafları içten inançlarını gösteriyor.

Devlet Hükümdarından Ne Talep Eder?

Kanunların korunması fikrinin insanları bir üst seçmeye götüren tek sebep olduğunu dikkatle hatırlayalım, çünkü egemen gücün gerçek kaynağı budur. Böylece atanan hükümdar, devletin ilk hizmetkârıdır. Gelişen devletler komşularından korktuklarında hükümdar halkı silahlandırmış ve vatandaşlarını savunmuştur.

İnsanlardaki genel içgüdü onları kendileri için mümkün olan en fazla mutluluğu elde etmeye yönlendirir; bu da farklı biçimlerde hükümetler kurulmasına neden olur. Bazıları kendilerini birkaç bilge kişinin kılavuzluğuna bırakarak büyük mutluluğa erişeceklerini hayal etmişlerdir; böylece aristokratik biçim ortaya çıkmıştır. Diğerleri oligarşiyi seçmiştir. Atina ve Yunan cumhuriyetlerinin çoğu demokratik bir hükümeti tercih etmiştir. Persler ve Doğu’dakiler despotizme boyun eğmiştir. Romalılar bir dönem krallarca yönetilmiştir; ancak Tarquin’lerin16 tiranlığından bıkan halk monarşiden aristokrasiye geçti. Daha sonra faizcilikle onları baskı altında tutan Patrician’ların (Roma’daki asil sınıf) haşinliğinden bıkan halk şehri terk etti ve Plebian’lar (Roma’daki avam halk) tarafından seçilen tribünlerin büyük güçlere karşı kendilerini savunmaları senato tarafından kabul edilene kadar Roma’ya dönmediler. Halk daha sonra kendi otoritesini neredeyse üst bir otorite haline getirdi. (...)

Ama kanun koyucular ne kadar bilge olursa olsun, ki insanları bir araya getiren ilk kişiler öyleydi, niyetleri ne kadar iyi olursa olsun, bu hükümetlerden hiçbiri mükemmel bütünlüğü sağlayamadı. Neden peki? Çünkü insanlar mükemmel değildir, bu yüzden eserleri de mükemmel değildir, çünkü bir hükümdar tarafından iş verilen vatandaşlar, kendi çıkarlarıyla körleşirler ve bu yüzden her zaman halkın iyiliği zarar görür; ve dünyada bir istikrar yoktur.

Aristokrasilerde toplumun birincil üyelerinin kendi otoritelerini kötüye kullanması başarılı ihtilallerin genel sebebidir. Roma demokrasisi bizzat insanlar tarafından yok edilmiştir. Körleşmiş Plebian kalabalıklar hırslı vatandaşlar yüzünden sömürülmüş, daha sonra da yine bu kişiler yüzünden özgürlüklerini kaybedip köleleşmişlerdir., Eğer parlamentodaki alt düzey kamara (Avam Kamarası) milletin gerçek çıkarlarını o rezil yozlaşmaya tercih etmezse, İngiltere de bundan korkmalıdır.17 (...)

Gerçek monarşik hükümet ise, nasıl yönetildiğine bağlı olarak, tüm hükümetlerin en iyisi veya en kötüsü olabilir.

İnsanların kendileriyle eşit olan birine egemenlik hakkı vererek, bunun karşılığında belirli bazı hizmetler beklediklerini söylemiştik. Bu hizmetler kanunların korunması ve sürdürülmesini, adaletin kesin biçimde sağlanmasını, her çeşit yozlaşmanın engellenmesi için hükümdarın tüm gücünü kullanmasını ve devleti düşmanlarına karşı korumasını içerir. Tarıma gereken önemi göstermek hükümdarın görevidir; millet için yeteri kadar erzak mevcut olmasını, ticaretin ve endüstrinin teşvik edilmesini sağlamalıdır. Devletin düşmanlarının tüm eylemlerini ve tutumlarını sürekli gözlemesi gereken bir nöbetçidir. Öngörüsü ve sağduyusuyla uygun zamanlarda ittifaklar kurmalı, bu ittifaklara birliğin çıkarına uygun üyeleri kabul etmelidir.

Bu kısa özette, her biri ayrı bir maddede açıklanmayı hak eden bilginin çeşitli alanlarının farkına varılması gerekir. Bunlara ayrıca, hükümdarın yönetmekle sorumlu olduğu ülkenin durumu hakkında yapılan derinlemesine araştırmalar ve milletin dehası konusunda tam bir bilgi de eklenmelidir; çünkü bilgisizlik nedeniyle günah işleyen hükümdar en az kötülük yüzünden günah işleyen kadar suçludur; bu suçların ilki tembellik, ikincisi ise habis bir kalbe sahip olmaktır ama toplumda neden olduğu kötülük aynıdır.

Dolayısıyla prenslere ve monarklara, ceza almadan sefahate ve şehvete kapılmaları için üstün bir otorite verilmemiştir. Vatandaşlar tarafından yüksek bir seviyeye getirilmelerinin nedeni, gururlarını gösterişli biçimde sergilemek ve toplumsal görgüyü, fakirliği ve perişanlığı hor görerek aşağılamak değildir. Hükümet onlara bir sürü işe yaramaz, tembellikleriyle her türlü kötülüğe sebep olan adamlarla çevrelerini doldurmaları için emanet edilmemiştir.

Monarşik hükümetin kötü yönetilmesinin çeşitli sebepleri vardır ve bunların hepsinin kaynağı egemenin kişiliğidir. Bu yüzden kadınlara tutkun olan bir hükümdar kendini kadınlar tarafından yönetilmekte bulur ve onun zihnindeki üstün yerlerini bilen gözdeleri adaletsizliğe sebep olurlar, en kötü kişileri korur, bazı yerleri sattırır ve böylesi başka rezil eylemlere sebep olurlar. Eğer hükümdar güçsüzlüğü yüzünden devletin idaresini çıkarcı ellere, yani bakanlarına bırakırsa, bu durumda da her bir bakan farklı görüşlere sebep olduğundan genel bir plana göre hareket edilemez; yeni bakanlar, ne kadar mükemmel olursa olsun, önceden yapılmış olarak bulduğu şeyleri ziyan ederler, yeni özellikler elde etmeye çalışır ve kendi tasarılarını gerçekleştirirler, halkın iyiliğine zarar verecek olsa bile. Halefi de aynısını yapar; aynı derecede bir anlaşılma ve takdir edilme ihtiyacıyla yıkıp yok eder, tersine çevirirler; böylece orijinal şeyler yapabileceklerini düşünürler. Sürekli değişiklik ve çeşitlilik ortaya çıkar ve bu durum hiçbir planın kök salmasına izin vermez; bu yüzden de karmaşa, düzensizlik ve kötü bir idarenin sebep olduğu tüm kötülükler ortaya çıkar. Yalancıların ise bahanesi hazırdır; onlar alçaklıklarını bu sürekli değişimin arkasına saklarlar. (...)

Egemen, devletin gövdesine kopmaz bağlarla bağlıdır; bu nedenle, tebaasını etkileyen bütün kötülüklere karşı hassastır, hepsi ona da yansır; aynı şekilde insanlar da egemenin talihsizlikleri yüzünden acı çeker. Tek bir iyilik vardır, o da genel iyiliktir, devletin iyiliğidir. Eğer monark bazı bölgeleri kaybederse artık tebaasına eskisi kadar yardımcı olamaz. Eğer talihsizlik yüzünden borç altına girmişse bunları fakir vatandaşlar öder; diğer yandan, yeterince çok vatandaş yoksa ve var olanlar fakirlik tarafından eziliyorsa egemen de kaynaksız kalır. Bunlar öyle açık ve tartışmasız gerçeklerdir ki, bu konuda daha fazla konuşmanın anlamı yok.

Bir kez daha tekrarlıyorum, egemen, devleti temsil eder; o ve insanları tek bir vücuttur ve ancak ahenk içinde birleşirlerse mutlu olabilirler. Milletin hükümdarı vücudun başı gibidir; tüm topluluk adına görmek, düşünmek ve hareket etmek, böylece mümkün olan tüm fırsatları elde etmek onun görevidir. (...)

En doğal müttefiklerin, yani en iyi müttefiklerin, çıkarları örtüşen ve sınırlar konusundaki herhangi bir anlaşmazlıkta karşı karşıya gelecek kadar yakın komşu olmayan müttefikler olduğu politikada bilinen bir gerçektir. Bazen garip tesadüfler sonucunda olağanüstü ittifaklar kurulabilir. Bugün bile birbirine rakip, hatta düşman olan milletlerin aynı sancak altında birleştiğini görebiliyoruz.18 Ancak böylesi olaylar ender olarak ortaya çıkar ve örnek olarak kabul edilemez. Bunlar ancak geçici bağlantılardır; diğer tür ittifaklar ise bir çıkar birliğinden dolayı kurulduğundan emek harcamaya değer. Avrupa’nın bugünkü durumunda, yani tüm hükümdarların silahlandığı ve içlerinden ağır basan bazı güçlerin zayıfları ezme gücüne sahip olduğu durumda, ihtiyatlı olmak için diğer güçlerle ittifaklar kurmak gerekir; hem saldırıya uğradığında yardım almayı garantilemek hem düşmanların tehlikeli projelerini önlemek hem de yardıma koşacak böylesi müttefikler sayesinde, itiraz eden taraflara karşı haklı iddiaları devam ettirebilmek için.

Bu da yeterli değildir. Komşularımız, özellikle de düşmanlarımız arasında, bilgi toplayacak ve duyup gördüklerini sadık biçimde rapor edecek gözlere ve kulaklara ihtiyaç vardır. İnsanlar ahlaksızdır. Sürprizlerle karşılaşmamak için özel bir dikkat gösterilmelidir, çünkü insanları yıldıran ve korkutan sürprizler, gerekli hazırlıklar yapılmışsa asla ortaya çıkmazlar; bazı olayları beklemek ne kadar can sıkıcı olsa da tedbir almak için her zaman bir sebep vardır. Avrupa politikası o kadar çok yalanla doludur ki, en bilge kişiler bile sürekli tetikte olmaz ve önlem almazsa enayi durumuna düşebilir.

* II. Frederick’in Ölümünden Sonra Basılan Eserleri, Cilt V, Politik, Felsefi ve Taşlama Türündeki Derlemeler, çeviren Thomas Holcroft, Londra, G. G. J. Ve J. Robinson, 1789, s. 8-15, 17-18.

POLİTİK OTORİTENİN PROBLEMLERİ (1570 - 1815)

Fikirler tarihinin bir özelliği de insanoğlunun büyük ve zamandan bağımsız problemleri her zaman belirli bir biçimde ifade edilirken her çağda bu problemlerden bazılarının güçlü zihinleri özellikle büyülemesidir. Hıristiyan Orta Çağı sırasında teoloji “bilimlerin kraliçesi” idi. On Dokuzuncu yüzyıl ise tarihe, yeniden oluşturulmasına ve yorumlanmasına daha önce Batı düşüncesinde hiç olmadığı kadar büyük bir itibar ve popülerlik kazandırdı. Muhtemelen bizim çağımız da gelecekteki öğrenciler tarafından psikolojik ve sosyolojik açıklamaların arandığı bir dönem olarak karakterize edilecektir. Erken modern dönemde hangi araştırma alanının veya alanlarının böylesi bir konumda olduğunu sorgularsak cevap mutlaka doğa bilimlerini içerecektir. Ancak bilimsel incelemeyle birlikte mutlaka politika teorisi veya o dönemdeki adıyla politik ekonomi de zikredilmelidir.

On Altın, On Yedi ve On Sekizinci yüzyılların, sivil hükümetlerin gücüyle, görevleriyle ve sınırlarıyla bu kadar ilgilenmesinin sebeplerini tespit etmek zor değildir. Orta Çağın Ortodoks din anlayışının parçalanmasıyla politik otoritenin yaslandığı tüm bir sistem dağılmaya başlamıştı. Devletlerin hükümdarları biri seküler, diğeri dini olan ve her ikisi de Tanrı’ya hizmet etmeye ve kamu disiplinini korumaya adanmış olan o faydalı “iki kılıç” kavramını isteyerek terk etmiyordu. Roma’ya meydan okuyan Lutherci Alman prensler büyük bir zevkle kendi bölgelerindeki kiliseler üzerinde otorite sahibi olduklarını iddia ediyorlardı. Papalıktan kopan İngiliz monarşisi Anglikan piskoposluk hiyerarşisinin en tepesine oturmuştu. Fransa’da, İspanya’da ve diğer ülkelerde hükmeden Katolik aileler taht ile sunak arasında bir ittifak kurmanın yollarını arıyorlardı. Yine de düşünce adamları artan bir zorunlulukla artık değişken olan dinden bağımsız olarak devletin ve tebaanın hangi haklara sahip olduğunu sorguluyordu.

Elbette Reform hareketi tartışmanın biçimini ve içeriğini etkileyen tek faktör değildi. Kısmen dinsel karışıklığa bağlı olsa da sadece bununla açıklanamayacak olan başka bir koşul da ulus-devletin baskın güç birimi olarak ortaya çıkışıydı. Bu tipteki birkaç politik varlık, özellikle de İngiliz, Fransız ve İspanyol krallıkları Orta Çağın sonundan beri varlıklarını sürdürmekteydi. Ancak On Altıncı ve On Yedinci yüzyıllarda yeni bir dizi devletin ün kazanışına şahitlik etti; Birleşik Hollanda Valilikleri, İsveç, İsviçre ve Polonya bunlardan sadece bazılarıydı. Alman prenslikleri ve İtalyan şehirleri ulus-devletlerden daha küçük, o iri Habsburg mülkleri de ulus-devletlerden daha büyüktü. Yine de gücü temsil eden şey ulusal yönetim biçimiydi; yerel cemaatlerden ve derebeyi tımarlarından daha büyüktü ve iri bir imparatorluktan ise daha makuldü.

Dönemin üçüncü belirgin özelliği ise, feodal asalet unvanı ne olursa olsun,. münferit bireylerin devletin giderek artan iktidarına boyun eğmesiydi. Yirminci yüzyılda bile henüz hiçbir politik rejim tarafından kendi sınırları dahilinde mutlak bir güç tekeli oluşturulamadı ama sarkaç erken modern dönem sırasında gitgide daha fazla bu yöne doğru sallanıyordu. Belirli bazı hükümdarlar için Yeni Dünya’nın keşfi benzersiz kaynaklar sağlamıştı. Pratikte tüm devletlerde bürokrasinin büyümesi, profesyonel askerlerin kullanımının artışı, hatta -hem şövalyeler hem de kalın duvarlı müstakil şatolar için öldürücü olan- barut gibi teknolojik yeniliklerin kullanılmaya başlaması iç kontrolü sıkılaştıracak vasıtalar sağlamıştı.

İlk bakışta politik bir iması olmayan bilim de hükümet sorununun acil hale gelmesine katkı sağlamaktaydı. Gelişen iletişim, daha etkili ama daha pahalı silahlar, kayıt tutmanın daha akılcı ve daha sistematik yöntemleri, tümü de devletin gücünü, tebaayı korumak veya ezmek için daha iyi donanımlı daha karmaşık hale getiriyordu. Olumlu yönden bakıldığında ise sağlık koşulları ve tıp alanındaki tedrici gelişmeler Avrupa’nın nüfusunu artırıyor, diğer yandan, teknik gelişme sadece hükümetlere değil, genel olarak toplumun çeşitli tabakalarına da maddi bir zenginlik getiriyordu. Bu nedenle, sivil yönetim konusundaki tartışmalar zorunlu olarak insan gücü de dahil olmak üzere ulusların üretici güçlerini organize etmenin en iyi yollarına ilişkin argümanları da içeriyordu.

Bazısı düzeni ve güvenliği vurgulayan, bazıları özgürlüğün altını çizen ama tümü de derin bir ciddiyet ve nadir bir belagat içeren bir dizi politik bildiri için sahne hazırdı. Çok sayıdaki ve çeşitli içeriklere sahip bu bildirilerin benzerleri, önceki çağlarda mevcut değildi. Orijinallik ve eleştiri yoğunluğu açısından da bugüne kadar bu eserlere yaklaşabilen pek az eser oldu.

Bu platformun teknik altyapısı Zekare Bilgi Teknolojileri tarafından sağlanmaktadır.