Farklı hükümet tipleri nelere dayanmaktadır?*
Charles Louis de Secondat, Baron de Montesquieu 1689 yılında Bordeaux, Fransa yakınlarındaki aile mülkünde doğdu ve 1755 yılında aynı yerde öldü. Mevkie bağlı bir asaleti (noblesse de robe) olan zengin bir aileden gelen Montesquieu on yıl süreyle, kendisinden önce Montaigne’in yaptığı gibi, Bordeaux Parlamentosu’ndaki en yüksek mahkemede meclis üyeliği yaptı. Ancak 1726’da makamını sattı ve Paris ile kendi şatosu arasında geçen keyifli bir emekli hayatı sürmeye başladı. Zaten taşlamaları ve tarihi yazılarıyla tanınan yazar 1748’de neredeyse hemen ünlü olan Kanunların Ruhu adlı eserini yayınladı. Bu eserin bölümlerinde gerçekte var olmayan bir durumu, yani İngiltere’de devlet gücünün dinden tamamen ayrılmasını övdü. Diğer bölümlerde Fransız asillerinin tarihi haklarını ve iddialarını tartıştı. Ancak burada alıntılanan bölüm yazarın asıl argümanının özünü, yani farklı politik rejim tiplerinde “kanunların ruhunun” farklılıklarından bahsetmektedir.
Üç Farklı Hükümetin Doğalarına Dair
Eğer insanlar üstün bir güç tarafından sahiplenilirse buna demokrasi denir. Bu üstün güç bir kısım insanın elinde toplanırsa buna aristokrasi denir. (...)
Bir aristokraside üstün güç belirli sayıda insanın eline teslim edilmiştir. Bu kişilere hem yasama hem de yürütme otoritesi verilmiştir; geriye kalan insanlar da onlara nazaran bir monarşide egemenin karşısındaki tebaadan farksızdır. (...)
Ara, alt ve bağlı güçler monarşi türü bir hükümetin doğasını oluştururlar, yani tek bir kişi temel yasalara göre devleti yönetir. Ara, alt ve bağlı güçler dedim. Gerçekten de monarşide hükümdar hem politik hem de sivil tüm güçlerin kaynağıdır. Bu temel kanunlar gereği gücün akacağı ara kanallar oluşur, çünkü devleti tek bir kişinin anlık ve değişken iradesi yönetirse hiçbir şey düzeltilemez ve elbette ortada temel bir kanun da kalmaz.
En doğal, ara ve alt güçler asillerin elindekilerdir. Bu bazı yönlerden monarşi için elzemdir, çünkü monarşinin düsturu “monark yoksa asil de yok” şeklinde ifade edilebilir; asil yoksa monark da yok ama despotik bir hükümdar var olabilir. (...)
Eğer insanlar üstün bir güç tarafından sahiplenilirse buna demokrasi denir. Bu üstün güç bir kısım insanın elinde toplanırsa buna aristokrasi denir. (...)
Bir aristokraside üstün güç belirli sayıda insanın eline teslim edilmiştir. Bu kişilere hem yasama hem de yürütme otoritesi verilmiştir; geriye kalan insanlar da onlara nazaran bir monarşide egemenin karşısındaki tebaadan farksızdır. (...)
Ara, alt ve bağlı güçler monarşi türü bir hükümetin doğasını oluştururlar, yani tek bir kişi temel yasalara göre devleti yönetir. Ara, alt ve bağlı güçler dedim. Gerçekten de monarşide hükümdar hem politik hem de sivil tüm güçlerin kaynağıdır. Bu temel kanunlar gereği gücün akacağı ara kanallar oluşur, çünkü devleti tek bir kişinin anlık ve değişken iradesi yönetirse hiçbir şey düzeltilemez ve elbette ortada temel bir kanun da kalmaz.
En doğal, ara ve alt güçler asillerin elindekilerdir. Bu bazı yönlerden monarşi için elzemdir, çünkü monarşinin düsturu “monark yoksa asil de yok” şeklinde ifade edilebilir; asil yoksa monark da yok ama despotik bir hükümdar var olabilir. (...)
Cumhuriyetçi hükümetlerin doğasının, üstün gücü ne tüm halka ne de belirli ailelere vermek olduğunu zaten gözlemledim; bir monarşide bu güce hükümdar sahip olmalıdır ama yürütme mevcut yasalara uygun olarak yapılmalıdır; despotik bir hükümette ise tek bir kişi kendi iradesine ve kaprislerine göre hükmetmelidir. Bu bana onların üç prensibini keşfetme fırsatı veriyor, çünkü bunlar doğal olarak ortaya çıkıyor. Cumhuriyetçi hükümet ile başlamalıyım; özel olarak da demokrasiyi incelemek istiyorum.
Bir monarşiyi veya despotik bir yönetimi desteklemek için çok namuslu olmak gerekmez. İki destekten biri kanunların gücü, diğeri de prensin kolunun gücüdür; bunlar tüm devleti yönlendirmeye ve idare etmeye yeter. Ama popüler bir devlette bir kaynak daha gerekir, yani erdem. (...)
Burada açıkladığım şey konusunda tarihçiler de hemfikirdir ve bu eşyanın doğasına son derece uygundur. Çünkü bir monarşide, kanunların yürütülmesini kontrol eden kişinin kendini herkesten üstün gördüğü açıktır, bu kişi popüler hükümettekine göre daha az erdeme ihtiyaç duyar; oysa popüler hükümette kanunların yürütülmesi görevini üstlenen kişi bu kanunlara tabidir.
Şu da açıktır ki, bir monark kötü tavsiyeler veya kayıtsızlık nedeniyle, kanunun uygulanmasını zorla gerçekleştirmeyi bırakırsa bu kötülüğü kolayca düzeltebilir; sadece diğer tavsiyeleri dinlemesi ve silkelenip kayıtsızlığından sıyrılması yeterli olur. Ama popüler bir hükümette kanunlar askıya alınırsa bunun sebebi sadece cumhuriyetin yozlaşması olabilir, bu durumda devleti kurtarmak çok zordur. (...)
Erdem ortadan yok olursa, meyilli olanların zihinlerini hırs ele geçirir ve tüm halk tamahkârlaşır. Arzuların amaçları değişir; daha önceden hoşlandıkları şeylere ilgisiz kalırlar; kanunların kısıtlamaları dahilinde özgür insanlarken kanuna karşı gelme özgürlüğüne heveslenirler; her vatandaş efendisinden kaçmış bir köle gibi davrandığında eşitlik düsturunu acımasızlık olarak görür; eylemleri yönlendiren kuralları kısıtlama olarak adlandırır ve ihtiyata korku der. Ardından tamahkârlığın yerini kazanç konusunda açgözlülük değil, tutumluluk alır. Önceden kişilerin zenginliği kamu hazinesini oluştururken, kamu hazinesi birden bazı kişilerin babasından kalan miras gibi harcanır. Devletin mensupları memurlara karşı ayaklanır ve devletin kudreti, birkaç kişinin gücü ve birçok kişiye verilmiş bir izne dönüşür. (...)
Erdem, popüler bir hükümette gerekli olduğu gibi, aristokrasi için de ön şarttır. Ancak erdemin aristokrasinin de o kadar da mutlak bir ön şart olmadığı da doğrudur.
Asiller karşısında, monarkın karşısındaki tebaa gibi olan halk kendi kanunlarıyla kısıtlanır. Bu yüzden demokrasi rejimi altında yaşayan insanlara göre erdemli olmak için daha az fırsatları vardır. Ama asilleri kim kısıtlayacaktır? Kendilerinden olanlara karşı kanunları uygulayacak olanlar hemen kendilerine zarar verdiklerini fark ederler. Bu nedenle, bu grup için erdem çok önemlidir, bu hükümet biçiminin doğası bunu gerektirir.
Aristokratik bir hükümette, demokraside bulunmayan, doğal bir güç vardır. Asiller bir grup haline gelir ve ayrıcalıklarını kullanarak kendi özel çıkarları için insanları kısıtlarlar; mevcut olan yasaların uygulandığını görmek onlara yeter.
Ancak asiller grubu için insanları kısıtlamak kolay olsa da kendi kendilerini kısıtlamaları çok zordur. Bu yapının doğası böyledir; bazı kişileri kanunun gücüne tabi kılar ve aynı zamanda onlara ayrıcalık tanır.
Böylesi bir grubun kendisini kısıtlamasının yalnızca iki yolu vardır: Ya asilleri diğer insanlarla aynı düzeye getirecek ve büyük bir cumhuriyet kurmayı sağlayacak kadar yüce bir erdeme sahip olunmalıdır; ya da onları birbirlerinden en az bir düzey yukarı çıkartacak ve böylece onları koruyacak adi bir erdeme.
Bu nedenle, bu hükümetin ruhu ılımlılıktır ama kastettiğim kayıtsızlıktan ve korkaklıktan kaynaklanan bir ılımlılık değil, erdemden kaynaklanan bir ılımlılıktır.
Monarşilerde politika mümkün en az erdemle büyük şeyleri etki altına alır. Bu yüzden en güzel makinelerde zanaatkârlar hareketlerin, yayların ve çarkların sayısını azaltmıştır.
Devlet, ülkemize duyduğumuz sevgiden, gerçek zafer özleminden, kendini inkârdan, en değerli çıkarlarımızdan vazgeçmekten ve antik dönemden hayran olduğumuz ve gelenekler sayesinde tanıdığımız tüm diğer kahramanca erdemlerden bağımsız olarak varlığını sürdürür.
Burada kanunlar erdemlerin yerini alır; kimse kanunları istemez ama devlet onlarla ayakta kalır: burada gizlice (yani erdemli bir vatandaş tarafından fedakârca) gerçekleştirilen bir eylem hiçbir sonuç getirmez.
Doğası gereği tüm suçlar kamusal olsa da gerçekten kamusal olan suçlar ile kişisel olan suçlar arasında bir ayrım vardır; kişisel suçlara kişisel denmesinin sebebi suçun toplumdan çok kişiye zarar vermesidir.
Cumhuriyetlerde kişisel suçlar artık daha kamusaldır, çünkü kişilere zarar verdiğinden çok devletin yapısına zarar vermektedir; monarşilerde ise kamusal suçlar daha kişiseldir çünkü devletin yapısından çok kişilere zarar verir.
Şimdi söyleyeceğim şeyden kimsenin rahatsız olmamasını rica ederim; gözlemlerimin temelleri, tarihçilerin ifadeleriyle uyuşmaktadır. Erdemli hükümdarların hiç de az olmadığını biliyorum, ancak yine de bir monarşide insanların erdemli olmasının son derece zor olduğunu düşünüyorum. (...)
Ama diğer insanlar arasında tesadüfen şanssız ve dürüst biri varsa, Kardinal Richelieu.14 kendi politik vasiyetnamesinde hükümdarı o kişiye iş vermemesi konusunda uyarmaktadır. Bu hükümetin kaynağının erdem olmadığı işte bu yüzden çok doğrudur! Erdem bu hükümette reddedilmez ancak hükümetin kaynağı erdem değildir.
Bu konuyu bitirmemin zamanı geldi ama monarşik bir hükümete taşlama yazdığımın düşünülmesini istemem. Aman benden uzak olsun, monarşi bir kaynak istese ona bir başkası sağlanır. Monarşilerde onur, yani her kişi ve mevki hakkındaki önyargı, benim bahsetmekte olduğum politik erdemin yerine geçer ve her yerde monarşinin temsilcisidir; burada onur en görkemli eylemlerin ilham kaynağı olabilir ve kanunun gücüyle birleşince bizi hem hükümetin hem de erdemin amacına ulaştırabilir.
Bu nedenle, iyi yönetilen monarşilerde neredeyse herkes iyi birer tebaadır ama çok azı iyi insanlardır, çünkü iyi bir insan olmak için önce iyi niyet ve ülkeyi sevmek gereklidir; kendimiz için değil, toplum için.
Monarşik bir hükümet, daha önce de gözlemlediğimiz gibi, asil soydan gelenlerde olduğu gibi seçkinlik ve rütbeler gerektirir. Onur doğası gereği terfiler ve unvanlar istediğinden, bu durum hükümete uygun biçimde yerleştirilmiştir.
Arzu, cumhuriyette tehlikelidir. Ama bir monarşide bazı iyi etkileri olabilir; hükümete can verir ve bu avantaj ile hükümete fayda sağlar; arzu hiçbir şekilde tehlikeli değildir, çünkü sürekli olarak kontrol edilebilir.
Bu tür hükümetin sistemi, tüm cisimleri merkezden iten ve yerçekimiyle kendisine çeken bir güce sahip olan evren sistemi gibidir. Onur politik varlıkların tüm parçalarını harekete geçirir ve eylemleriyle onları birbirine bağlar; bu nedenle, her birey kamunun iyiliği için çalışır ama bunu yaparken sadece kendi çıkarını düşünmektedir. (...)
Nasıl ki cumhuriyette erdem, monarşide onur gerekliyse, despotik hükümette de korku gereklidir; erdem için pek fırsat yoktur ve onur da çok tehlikelidir.
Burada hükümdarın gücünün büyüklüğü tamamen yönetimi emanet ettiği kişilere bağlıdır. Kendilerinden daha yüksek bir değer belirleme yeteneği olanlar muhtemelen karışıklık yaratırlar. Bu yüzden korku onların ruhlarını ezmelidir ve en ufak arzuyu bile yok etmelidir.
Ilımlı bir hükümet, canı istediğinde, en ufak bir tehlikeye maruz kalmadan kaynakları gevşetebilir. Bu hükümet kendisini kanunlarla ve kendi iç gücüyle destekler. Ama despotik bir hükümdar havadaki elini bir an için indirirse, güvenip görev emanet ettiği kişileri bir anda yok edemezse, her şey sona erer, çünkü bu hükümetin kaynağı olan korku artık ortada yoktur ve insanların koruyucusu ortadan kaybolmuştur.
* Montesquieu, Kanunların Ruhu, çeviren Thomas Nugent, New York, Hafner Publishing Company, 1949, sayfa 8, 13, 15-16, 19-27.