Elam,Susa kültürü, çömlekçi çarkı, araba-tekeri*
(…) Dicle’nin Basra Körfezi’ne döküldüğü yerin kuzeyinde, Amara’ya doğru (…) Yahudilerin, Elam olarak bildikleri bölgenin merkezinde yeralan Susa’da (...) ırkları ve kökenleri bilinmeyen bir halk, tarihin ilk medeniyetlerinden birisini kurdu. Burada, bizden bir kuşak önce Fransız arkeologlar yirmi bin yıllık insan kalıntıları ve İÖ 4500’e uzanan ileri bir medeniyetin izlerini buldu. Elamlıların avcılık ve balıkçılık yaptıkları göçebe bir yaşamdan geldikleri anlaşılıyordu; ancak, daha o zamandan bakırdan mamul silah ve aletlere sahiptiler; hububat ekiyor, hayvanları evcilleştiriyorlardı, hiyeroglif metinleri ve ticari evrakları, aynaları, ziynet eşyaları ve Mısır’dan Hindistan’a ulaşan ticaretleri vardı… Sadece çömlekçi çarkının değil, araba tekerleğinin de en eski görüntüsü buradadır; medeniyetin bu mütevazı, ancak yaşamsal aracı sonraki yıllarda Babil’de, daha sonra da Mısır’da ortaya çıkacaktır.
***
(…) Mezopotamya’nın erken tarihi bir bakıma Semitik olmayan Sümerlilerin, Kiş’den, Agade’den ve diğer kuzey merkezlerden gelen Semit halklar arasında bağımsızlık mücadelelerinin tarihidir. Bu mücadelelerde taraf olan halklar farkında olmadan, hatta belki de istemeden, işbirliği yaparak, tarihin bildiği ilk şümüllü, aynı zamanda en yaratıcı ve emsalsiz medeniyetini kurdular.
Bu unutulmuş kültürün gün ışığına çıkarılması arkeolojinin aşk maceralarından birisidir. Zamanın boyutlarını iyi kavrayamayanlarımızın “arkaik” dedikleri insanlar -yani, Romalılar, Yunanlılar ve Yahudiler- Sümerya’yı bilmiyorlardı. Herodot’un hiç duymadığı, duyduysa bile kendisi için fazla arkaik olduğunu düşündüğü için bilmezlikten geldiği anlaşılıyor. İÖ 250’de yazan Berosus isimli bir Babilli tarihçi Sümerya’yı söylencelerden oluşan bir peçenin arkasından görüyor: Basra Körfezi’nin sularından karaya çıkan Oannes adlı birisinin başkanlığındaki bir canavar ırkı; tarım, metalurji ve yazı sanatını, diğer bir deyişle “hayatı iyileştiren şeylerin tümü” insanoğluna bu Oannes’ten miras kalıyor ve “o zamandan sonra yeni buluşlar yapılmıyor.”
Onca araştırmaya karşın Sümerlilerin hangi ırktan olduklarını söyleyemediğimiz gibi, Sümerya’ya hangi yoldan girdiklerini de bilmiyoruz. Belki, Orta Asya’dan geldiler, belki Kafkaslar veya Ermenistan’dan, Fırat ve Dicle yoluyla Mezopotamya’ya indiler. (…) Hatta belki de Moğol kökenliydiler, çünkü dillerinde Moğol lisanını hatırlatan pek çok şey vardır. Bilmiyoruz… Medeniyetleri kemale erdiğinde -yani İÖ 2300 civarında- Sümeryalı şair ve bilginler, ülkelerinin arkaik tarihini yeniden tesis etmeyi denedi. Şairler, bir yaratılış efsanesi ile arkaik bir kralın işlediği günahın neden olduğu korkunç bir selin yıkıp mahvettiği ilkel bir cennet söylencesi yazdı. Bu sel, Babil ve İbrani geleneğine intikal etti ve Hıristiyan itikadının bir parçası oldu. (…) Rahip-tarihçiler Sümer medeniyetinin mucizelerinin gelişimini içerecek büyüklükte bir geçmiş yaratma gayretiyle Sel’den 432.000 yıl öncesine uzanan bir süreci kapsayan hanedan ve krallar listesi oluşturdular. Tammuz ve Gılgamış bu kralların en etkileyici olanlarıydı. Gılgamış daha sonra Babil edebiyatının en büyük şiirlerinden birisinin kahramanı olurken, Tammuz önce Babil panteonuna geçti, oradan da Yunanlıların Adonis’i oldu.
* Will Durant, Our Oriental Heritage, s.118-136.