Dürüst İmansızlık ve Etik Hakkında*
Aşağıdaki pasajlar, Huxley tarafından 1887 ve 1889 yıllarında yazılmış iki denemeden alınmıştır. Piskoposlara Dair Üçleme adlı ilk eserde “bilimsel etiğin” bazı açılardan ortodoks Hıristiyan etiği karşısındaki üstünlüğünü yorumlamıştır. İkincisinde ise “agnostiklik” terimini nasıl icat ettiğini ve bu terimin kendisi için ne anlam ifade ettiğini anlatır. Atıfta bulunduğu Metafizik Cemiyeti, 1869 yılında o günlerin en büyük meselesini, yani din ve bilimi tartışmak üzere kurulmuştur.
Şu meşhur din dünyasına garip bir kuruntu yerleşmiş. Varoluşun korkunç problemleri üzerine sürekli ve ciddi biçimde düşünme tekeline sahip olduğunu hayal etmekten hoşlanıyor; kendi ilkelerini kabul etmeyenleri de ya bu konularla hiç ilgilenmeyen Gallio’lar16 olarak ya da ahlakın kısıtlamalarından kaçmayı arzu eden özgürlükçüler olarak görüyor. Görünen o ki, bu insanların aklına, kendi donuk ve kesin olarak çözülmüş düşünceleri dışında da, karakterleri, kapasiteleri veya bu konudaki bilgileri açısından asla kendilerinden aşağı olmayan, Manchester Piskoposu’nun Hıristiyan inancının saf dinsel öğeleri konusundaki sözlerinin piskopos kadar yüksek olduğunu tahmin eden, ancak Hıristiyan kiliseleriyle hiç işi olmayan, çünkü anlayışlarına göre, öne sürülen delillerden yola çıkarak mucizelere inanmanın açıkça ahlak dışı olduğunu düşünen binlerce kişinin var olduğu gelmemiş.
Kendi deneyimlerime göre, bilim insanları dünyanın geri kalanından ne daha iyi ne de daha kötüdür. Ne evrenin sonsuz büyüklükteki parçalarıyla uğraşmak yüce bir karakter gerektirir ne de sonsuz küçüklükteki parçaları mikroskop altında incelemek her zaman tevazu sağlar. Biz de asıl günahtan payımıza düşeni aldık; ihtiyaçlar, açgözlülük ve aşırı gurur diğer ölümlüler gibi bizi de şekillendiriyor ve ilerleyişimiz çoğunlukla doğru yoldan sürekli saptığı için tiramola giden17 bir gemiye benziyor. Ama tüm bunlara rağmen bilim çalışmalarının sorgusuz sualsiz armağan ettiği bir ahlaki avantajımız var. Delilin değerine ilişkin tahminleri uygun seviyede tutuyor ve kanıtların doğası hakkında her gün yeni bir ders alıyoruz, bazıları da bayağı keskin oluyor. İnsanoğlu genel olarak günah işlemeyi bıraktığında bilim insanları her zaman kendi dürüstlük standartlarına göre hareket eder; ancak bence bilim insanlarını standartları, toplumun diğer sınıflarının standartlarından daha yüksek.
Bilim insanları içinde, şeytanların bir domuz sürüsüne girmesi veya “incir mevsimi olmamasına rağmen” incir vermeye duran ağaç gibisinden hikâyelerden daha sağlam kanıtları olmayan sözde bir bilimsel keşfin sunumunu iğrenerek reddeden güçlü bir ifadeyle dinlemeyecek kimseyi tanımıyorum. Böylesi olayların mümkün olup olmadığını kimse söyleyemez ama bilimsel etik, tarihi ve yazarı belli olmayan dokümanlardaki delillere inanmanın ahlak dışı olduğunu söyler. Dogmaları ortadan kalkarsa ahlakın da yok olacağında ısrar eden teolojik apolojistler entelektüel dürüstlük söz konusu olduğunda bilimin kiliselerden çok daha önde olduğu gerçeğini göz önüne almalıdır ve özellikle bu konuda, insanoğlunu eğitimle etkileme çabalarında kiliseler feci biçimde yetersiz olduklarını gösterdiler.
Entelektüel açıdan belirli bir olgunluğa eriştiğimde kendime ateist mi, deist mi, yoksa panteist mi, materyalist mi, idealist mi, Hıristiyan mı, serbest düşünceli mi olduğumu sormaya başladım; ne kadar çok öğrenir ve düşünürsem cevaptan o kadar uzaklaştığını gördüm; sonunda, en sonuncu seçenek dışında bu adlandırmalardan hiçbiriyle ilgim olmadığına karar verdim. Bu iyi insanların üzerinde anlaştığı tek şey, benim onlardan ayrıldığım tek şeydi. Belirli bir “gnosis”e18 eriştiklerini iddia ediyorlardı, böylece varlık problemini az çok çözmüş oluyorlardı ama ben çözemediğimden emindim, hatta problemin çözülemez olduğu yönünde sağlam bir yargıya sahiptim. (...)
Üyeleri arasında, çoktan ölmüş olsalar da hatıraları hâlâ canlı ve saygıdeğer antagonistlerin bulunduğu bir kardeşlik derneği olan Metafizik Cemiyeti’ne dahil olma şansına eriştiğimde durumum böyleydi. Her türden felsefi ve teolojik fikir burada temsil ediliyor ve kendilerini tam bir açıklıkla ifade ediyorlardı; arkadaşlarımın çoğu bir çeşit “-ist” idi; ancak ne kadar nazik ve dost canlısı olsalar da, kendisini saklayacak bir etikete sahip olmayan ben, kuyruğunu bir kapana kaptırıp kuyruklu arkadaşlarının arasına kuyruksuz dönen bir tilki gibi huzursuz eden bir hisse sahiptim. Bu yüzden düşündüm ve uygun bir unvan olarak gördüğüm “agnostik” terimini icat ettim. Bu terim, benim bilmediğim şeyleri bildiğini açıkça iddia eden kilisenin “gnostiğinin” muhtemel antitezi olarak aklıma gelmişti; ben de diğer tilkiler gibi bir kuyruğum olduğunu göstermek için bu fikri ilk fırsatta cemiyete açıkladım. Terim beni çok mutlu ederek kabul edildi; izleyiciler bu terimin vaftiz babası olmak için ayağa kalktıklarında saygıdeğer insanların zihinlerinde o kelimenin ebeveyni olma bilgisinin sebep olabileceği bütün şüpheler elbette tamamen giderildi. (...)
Hıristiyan etiğinin [bir] temsilcisi otoriter biçimde ifade etti: “Bir insan için İsa Mesih’e inanmadığını açıkça söylemek keyifsiz bir şeydir ve öyle olması gerekir.”
Bunun böyle olup olmadığı bence büyük oranda kişinin Hıristiyan bir ailede büyüyüp büyümediğine bağlıdır. Bir Muhammedi veya Budist için böyle söylemenin neden “keyifsiz” olabileceği konusunda hiçbir fikrim yok. Ancak bir insanın dürüstçe ve üzerinde düşündükten sonra inandığı şeyi söylemesinin keyifsiz “olması gerektiği” bence son derece ahlak dışı karaktere sahip bir önermedir. Ben gerçekten de Hıristiyanlığın bu dünyaya getirdiği büyük iyiliğin, tüm kiliselerin ısrar ettiği ahlak bozucu doktrin tarafından büyük oranda etkisizleştirildiğine inanıyorum; dürüst imansızlık onların az çok şaşırtıcı akidelerine göre ahlaki bir suçtur, hatta ağır bir günahtır; cinayet ve soygun ile aynı cezayı gerektirir ve hak eder. Hıristiyan milletlerin tarihi boyunca bu kaynaktan gelen iki yüzlülüğü ve acımasızlığı, yalanları, kırımları, insanlığın tüm sorumluluklarının ihlal edilmesini tek bir seferde görebilseydik, en kötü cehennem hayalimiz bile bu görüntünün yanında soluk kalırdı.
Binlerce defa hayır! İnsanların dürüst biçimde inandıklarını veya inanmadıklarını söylemesi keyifsiz bir şey olmamalıdır. Böyle yapmanın sürekli olarak bu kadar acı verici olması, insanın zayıflığına eşlik eden üzücü bir şeyi hayran olunacak ve kutlanacak bir şeye dönüşmesine izin vermeden, insanlığın kendisi için nitelikler içinde en değerlisi olan sözde yahut fiilde dürüstlük yönünde gelişiminin önündeki en büyük engeldir. En cesur askerler çoğunlukla ve doğal biçimde eyleme girişmeyi “keyifsiz bulurlar” ama görevini yapan bir askeri mahkeme, adamlarının görevlerini keyifsiz bulmaları gerektiğine dair doktrini yayan bir subayın icabına bakar. (...)
Sanırım bir süre önce Bay Gladstone, Bay Laing’e negatif akidelerin kısa bir özetini, yani havarilerin ve diğerlerinin kabul ettiği akideleri pozitif kabul ederek negatif tarafın şimdiye kadar kabul ettiği negatif önermelerin tümünü çıkarmasını rica etmiş, Bay Laing de Bay Gladstone’un ricasına uyarak bunları sekiz maddede toplamış.
Eğer birileri bunu benden rica etseydi, agnostikler söz konusu olduğunda hiçbir akidenin mevcut olmadığını, doğası gereği de olamayacağını söyleyerek cevap verirdim. Aslında agnostisizm bir akide değil, bir yöntemdir; bu yöntemin özü tek bir prensibin dikkatli biçimde uygulanmasına dayanır. Bu aslında antik bir prensiptir ve en az Sokrat kadar yaşlıdır; “Her şeyi deneyin, iyi olana sarılın,” diyen yazar kadar eskidir; herkesin içindeki inanç için bir sebep gösterebilmesi gerektiği aksiyomunu ortaya koyan Reformasyon döneminin temelidir; Descartes’ın yüce prensibidir ve modern bilimin temel aksiyomudur. Bu prensip pozitif biçimde şöyle ifade edilebilir: Akılla ilgili konularda, başka hiçbir şeyi dikkate almadan, sizi götürdüğü yere kadar aklınızı takip edin. Negatif ifadesi de şöyledir: Akılla ilgili konularda, ispatlanmamış veya ispatlanamaz sonuçları kesinmiş gibi göstermeyin. Ben, bir insan kendini bütün ve kirlenmemiş biçimde tutabilirse geleceğin kendisi için neler sakladığını görmek için evrenin yüzüne utanmadan bakabilir diyen agnostik inancını seçtim.
* Thomas Henry Huxley, İtiraz Edilen Bazı Sorulara İlişkin Denemeler, New York, D. Appleton & Co., 1892, s. 241-243, 276-278, 281-282.